Bu
kadar küçük bir doğa parçası bu kadar çok şeyi nasıl oluyor da yüreğinde
taşıyabiliyor? Gökova körfezinin Akyaka’sından bahsediyorum. Dudakları morartan
soğuk suları, endemik kuşları, su samurlarını, melez mimariyi, sürekli yeşil ormanları,
heybetli dağları, rüzgar sörfünü, şenlikli gök yüzünü, sazların ve kazların
arasında gidilen tekne gezilerini, ormanın taş ve ahşap evlerini, kokulu köy
sebzelerini, gizli koyları, balık ekmeği, deniz altını, parlak ay ve yıldızları, Kleopatra plajındaki minicik kumları ve
zeytin ağaçları arasında tarihi kalıntıların yüzünü her gün mavi deniz suyu ile
yıkayan yavaş şehir Akyaka’da yaşayabiliyor insan. Gökova Körfezinin
Akyaka’sından bahsediyorum. Gökova değince her seferinde T.S Elliot’un seyahat
ile ilgili söylediği söz gelir aklıma. Ne diyordu yazar? “Seyahatte önemli olan
varılacak nokta değil yolculuğun kendisidir.” Ben bu fikri çoğu zaman
kendime yakın hissetsem de gidilecek yer Gökova olunca itiraz etmeden
yapamıyorum. Bu coğrafyaya gelmek için yola her çıktığımda tek amacım buraya en
hızlı şekilde varmaktır. Yolculuğu unutur, yol üstündeki görüntüleri fark etmez
ve sadece Gökova’nın görselliği geçer gözlerimin önünden.
Muğla’nın
Ula ilçesine bağlı ve Marmaris’e 30 km mesafedeki Akyaka’nın keşfi Sakar
geçidinde
başlar. Dağların zar zor müsaade ettiği bu geçitten kıvrılarak
ilerlerken aniden önünüze çıkacak olan uçurum kenarlarında yapılmış seyir
teraslarının birinde durmalısınız. Yüzünüze çam ve bal kokulu rüzgar çarparken
geniş açıdan Gökova körfezini, dağlardan yılan çizerek sazların arasından
ilerleyen azmak suyunu, kümelenmiş şekilde yanak yanağa duran tek çeşit evleri,
körfeze bir kaşık gibi giren orman kampını seyre dalacaksınız. Denizin karalar
içinde ite kaka ilerleyerek Akyaka’nın koynuna girdiğini görünce ve insanoğlunu
mutlu edecek her şeyin bu coğrafyada bir araya geldiğini fark edince şaşırmadan
edemiyorsunuz. O anda içinizdeki kan dolaşımı hızlanıyor ve çantanızın
derinliklerinde unuttuğunuz bir çikolatayı bulmuş gibi ona hızla ulaşmaya çalışıyorsunuz.
Tahminim şu ki Makedonyalı Büyük İskender ordusu ile buradan geçerken (M.Ö.
334) bu manzara için mola vermiş ve savaşa başlamadan önce doğanın ve huzurun
tadını çıkarmıştır.
Akyaka’nın
içine girer girmez beldede yasal zorunluluk olarak başlayan sonra da kimsenin
bozmaya kıyamadığı bir tabloya dönüşen tek tip mimari tarz ile yapılan evleri
fark edeceksiniz. Bağlı olduğu Ula ilçesindeki evler örnek alınarak ve günümüz
modern mimari olanakları kullanılarak yapılan bu evlere baktığımda geleneksel
konakların ve villaların karışımından oluşan melez yapılar görüyorsunuz.
Evlerde uygulanan yumuşak geometrik şekiller, onlara eşlik eden işlemeli ahşaplar,
Muğla bacaları ve begonviller genelde iki katlı olan bu evlere enfes bir seyir
havası katıyor. Çamlar arasında ev ya da otel, azmak boylarında restoran,
denize nazır yerlerde yazlık olarak insanları konuk eden bu yapıların hepsinde
tek tip mimariye sadık kalınmış. Buna rağmen mimari eserlerde tekdüzelik
oluşmamış aksine sıra dışı güzelliklere sahip evler ortaya çıkmıştır.
Sokaklarında dolanırken çiçek ve turunç kokularını içinize çeke çeke eserleri incelemelisiniz.
Lafı gelmişken şu bilgiyi vereyim. Bu evlerin özgünlüğü saygın mimarlık
kuruluşu tarafından da tescillenmiş durumdadır. 1983 senesinde Uluslararası Ağa
Han Mimarlık Ödülü Akyaka evlerinde birisine verildi. Bu ev geleneksel mimariyi
içinde özenle taşıyan ve Nazım Hikmet’in arkadaşı Ula’lı Nail Çakırhan tarafından
tasarlanıp ayağa kaldırılan evdir. Aslında gazeteci ve şair olan ve mimarlık
eğitimi olmamış olan Çakırhan’ın evini ziyaret etmeden dönmeyin derim.
Akyaka’nın orman hayatını daha yoğun
yaşamak ve onun içinden denizle buluşmak için orman
kampındaki taş ve ahşaptan
yapılma bungalovlarında konaklamalısınız. Burada bir defa konaklamanız
durumunda hayatınızın her döneminde bunu tekrar yapmak isteyeceğinizden eminim.
Ancak konfor ve servis arıyorsanız Akyaka’daki birbirinden güzel otellerde de
kalmalısınız. Çünkü bu evde her şeyi siz yapıyorsunuz. Ormanın avuç içlerinde
saklı bungalovların balkonunda oturup kahvenizi yudumlamak, okumak, hayal
etmek, ağaçların arasından denizi, oradan sıklıkla geçen kanoları, balıkçı
teknelerini, parlayan dalgaları ve balık
tutmaya çalışan insanları seyretmek insana yüksek bir yaşam coşkusu veriyor. Ben
bu duyguyu bu kadar yoğunlukla başka hiçbir yerde yaşamadım. Hele bir de hamak
kurmuşsanız ve kalabalık dostlarla beraberseniz huzurun yanına eğlenceyi de
eklemişiniz demektir. Akşam yemeklerinde dolunaya denk gelirseniz (ya da denk
getirin) keyif birkaç misli katlanıyor. Bu defa maviliği gökyüzünde ve denizde
değil ormanın karanlığında yaşıyorsunuz.
Böyle bir atmosferde yürüyecekmiş gibi dikilen çok ilginç şekilli
ağaçları, denizin yakamozlarını ve kaplumbağaların ayak seslerini duyacak kadar
sessiz bir ortamı huzur içinde yaşıyorsunuz. Bu sırada sohbetlerinizi gayri ihtiyari bir şekilde kısık sesle yapmaya başlıyorsunuz. Kutsal bir mekândaymışsınız gibi. Bu alaca gecede azıcık cesursanız 72 basamak, Albay, Çotark koyu gibi ağaç ve çalılıklarla kaplı onlarca koya ürpere ürpere gider ve üstü kar suyu kadar soğuk altı ılık olan denizde yüzersiniz. Akyaka’da vücudunuz karaların olmadık yerlerinden gözeler gibi fışkıran soğuk sularla her yerde karşılaşacak. Hiç beklemediğiniz anda ve yerde soğuk bir yılan gibi dokunacak size. Mucize gibi bir şey, değil mi? Suyun yüzeyinde deriye iğne gibi batan soğuğu ancak sırt üstü yatıp dolunaya ve yıldızlara bakınca unutabiliyorsunuz. Ancak ürkekseniz karanlıkta ormana doğru bakmamanızı ve aklınıza Gökova körfezinde yaşayan kum köpek balıklarını getirmemelisiniz.
Ormanın
bol oksijeni rahat uyumanızı ve sabah erken uyanmanızı sağlıyor. Mahmur
gözlerle evin geniş balkonuna çıkınca serin rüzgar esintisi ve çamların
arasından güzel tutmuş yoğurt yüzeyi gibi duran deniz karşılıyor sizi. Gözleriniz
ve ruhunuz açılıyor. Karıncanın su içebildiği kadar durgun ve sessiz olan
deniz* size çok davetkar bakarken iyice uyanmak için yüzünüzü birkaç adım
ötedeki yeşil koyda yıkamalısınız. Tabi denizin içinde dalarak. Sabah saat 10’a
kadar süt liman gibi kalan bu koyların tadına en iyi erken saatlerde ve gece varılıyor.
Geri kalan saatlerde Gökova körfezi açık denizler gibi deliriyor, koyları ve
dibindeki çamları ha bire dövüyor.
Orman
kampını, bungalovu ve Gökova körfezini bir de kış mevsiminde yaşamanız lazım.
Yağmur yağarken, çam kokularına toprak, deniz ve soğuğun kokusu eklenir. O anda
Bungalova sığınıp traktörle size getirilen kocaman odunları şöminede
yakarsınız. Dostlarınızla ateşin dibine üşüşür, çaydanlık kısa sürede
cızırdamaya başlar ve pencereden denize, ıslanmış yırtıcı kuşlara ve çamlardan
süzülen sulara dalıp gidersiniz. Bu andan ve mekandan kim ayrılıp kente dönmek
ve işinin başına geçmek ister?
Bir
gün dağların kıyısından doğan ve yol boyunca birçok kaynağın suları ile büyüyen
Kadın ve Kanlı Azmak Çayını keşfedip yaşayın derim. Gökova Özel Çevre Koruma
Bölgesi içerisinde yer alan Azmaklarda sazlık, bataklık, çayır, sulak alanlar
gibi biyolojik çeşitliliği zengin olan çok ilginç habitatlar yer alıyor. Azmağın
başında kurulu olan balık restoranlarında ayaklarınızı kazlarla beraber suya
daldırmış şekilde yiyeceğiniz taze körfez balıkları ve yöreye özgü mezeler doğayı
daha fazla sevmenizi sağlayacak. Azmak’ı takip edip denize doğru yürürseniz
mimari güzellikleri, ağaçların arasında oturmuş arada soğuk suya giren
insanları, azmakta tekne turu yapanları, şanslıysanız su samurlarını ve bölgeye
özgü olan Saz delicesi, Karabatak, Sakarmeke gibi yüzden fazla kuşu
görebilirsiniz.
Tarzan
gibi ipe asılarak dondurucu azmağa atlayabilir ve hırsla akan suya kendinizi
teslim edip suyun denizle buluştuğu ılık-soğuk noktaya kadar
sürüklenebilirsiniz. Suda hızla yol alırken kazların ve teknelerin arasından
geçecek, kenarda oturup pek lezzetli balık ekmekleri yiyen ve akvaryumdaki
balıkları izler gibi izleyen insanların şakalarına maruz kalacaksınız.
Ancak
uyarmam lazım. Soğuk su dudaklarınızı ve parmaklarınızı morartabilir,
kollarınızı uyuşturabilir ve kulaç atmakta zorlanabilirsiniz. Ancak buna rağmen insan bu dereye bir defa
girdiğimi bir daha girmek istiyor. Siz bir sonraki yüzmeyi tekne turu yaparken
gerçekleştirin. Dünyada böyle bir deneyimi yaşayacağınız yerlerin sayısı çok
azdır. Azmak etkinlikleri henüz bitmedi. Balıkçı barınağından 5 TL ödeyerek 45
dakika sürecek azmak turuna çıkıyorsunuz. Teknenin ucunda ayaklarınız suya
değerek ve su altındaki her çeşit yeşili, balıkları, su kenarındaki Akyaka
evlerini ve gerisinde bir horoz gibi diklenen dağı seyredeceksiniz. Dağ, oyun
oynayan ve şamata yapan çocuklarını izleyen baba gibi yüzünde bir tebessümle
bakıyor siz su içindeki insanlara. Tekne ile giderken kıyıdaki
insanlar
karnavalda geçiş töreni yapan ünlülere bakar gibi bakıyor çünkü daracık Azmak
çayında ve sazların arasında giderken teknenin ördek gibi süzülmesi ilginç bir
manzara oluşturuyor. Balıkçı kaptan derin bir yerde yüzme molası verirken ciddi
ifade ile şakasını yapıyor: “Şimdi sıcak suda yüzeceksiniz.” Kimse kaptanın
dediğini sorgulamıyor. Ilık denizde soğuk akıntı olabiliyorsa burada da
olabilirdi. Ne de olsa burası mucizeler coğrafyası. Azmak suyunun içinde de sıcak
su çıkabilir sonuçta. Suya atlar atlamaz soğuk şok yaşanıyor ve insanlar aynı
anda kaptana sert bakışlarını fırlatıyorlar. Kaptan sevimli bir şekilde
gülüyor. Bu oyuna siz de denk gelebilirsiniz. Suyun içindeki parlak yeşil bitkiler suların hızlı akışı ile uzun saçlı bir kızın saçları gibi dalgalanıyor. Böyle alımlı bir kızın saçlarını seyrederken çevredeki mimari şaheserleri ve sazlıkların arasında kaybolmuş Barış Manço’nun evini kaçırabilirsiniz. Gözünüzü ve ruhunuzu dört açın.
Macera
ruhunuz hala çocuksa Akyaka’nın sembolü olmuş ve üstünden atlanması yasak
olmasına rağmen herkesin atladığı tahta köprüden geçerek balıkçı barınağının
diğer kıyısına varıyorsunuz. Burada herhangi bir ev ya da tesis bulunmuyor. Sadece
doğanın çocukları var. Solunuzda sazlar ve kuşlar önünüzde küçük bir patika.
Gökova körfezinin bitiş noktası yani yan yatmış bardağın dibindesiniz sanki. Hep
mavi kalan körfez,
iki kıyısında hep yeşil kalan ormanlar, sağda Akyaka evleri
ve mavi bayraklı plaj. Tuhaf bir coğrafyada yürürken sizle beraber sürprizler
de ilerliyor. Sazların arasında aniden bir göl beliriyor, parlak renkli kuşlar
çığlık atarak havaya fırlıyor, patikanız kısa bir ara veriyor ve sığ denizden
çantanızı havaya kaldırarak yürümeye devam edebiliyorsunuz. Az sonra bin bir
renkli bir gökyüzü karşılıyor sizi. Bir uçurtma şenliği sanki. Hayır değil.
Burası Kitesurf (uçurtma sörfü) nün yapıldığı yer. Yüzlerce sörfçü farklı
renklerdeki paraşütleri ile deniz üstünde geziniyorlar. Akyaka’da doğanın birçok unsuru gibi rüzgar da bolcana var. Bu da beni şaşırtmıyor. Suda rüzgarın ve kol gücünüzün yardımı ile yapacağınız başka bir etkinlikler bekliyor sizi şimdi. Var mısınız? Yaptıkları işten zevk aldıkları aşikar ve kendinden emin surf okulu hocaları sizi bekliyor olacaklar. Ayrıca farklı heyecanlar yaşamak isteyenler için de windsurf (rüzgar sörfü) ya da kano seçenekleri de mevcut. Bisiklet, kaya tırmanışı, yamaç paraşütü, şelalede yüzme ve trekking ile ilgiliyseniz daha da şanslısınız. Zira bu sporları yapanlar Gökova körfezini ve Akyaka’yı
faklı açılardan ve yüksekliklerden görebiliyorlar. Böyle bir deneyim nefes kesici ve ürpertici olmaz mı? Beyninizle ve makinanızla çekeceğiniz fotoğrafların hayatınızın özel bir albümünü oluşturma ihtimali yüksektir.
Başka
bir gün ise tam bir güne sığacak bir etkinliğe ne dersiniz? Gökova’nın Türkiye
ve dünya çapında bilinen bir gezisi bu; Tekne Turu. Bu turlar çok çeşitli.
Sadece adalara gidenler olduğu gibi, hem adalara hem de koylara gidenler de
bulunuyor. Karadan ulaşılamayan koylara dümen kıranlar da az değil. Ayrıca grup
halinde tekne kiralanıp istenilen yere gidebileceğiniz turlar da mevcut. Ben
ikinci seçeneği tercih etmenizi öneririm. Sabahın onunda demir alıyor ve
bardağın dibi dediğimiz Akyaka iskelesinden Körfezin daha geniş denizine
açılıyorsunuz. İncekum, Akbük koylarında ve Çınar plajlarında molalar
veriliyor. Gökova körfezinin bu seçilmiş sularında yüzünce büyük
ihtimalle dünyanın başka denizlerinde yüzmeye gerek kalmadığını düşüneceksiniz.
Çınar plajına orman kampından yürüyerek (30 dk.) ve körfezi sürekli izleyerek de
ulaşılabiliyor. Kitap ve gazete okuyanlar, güneşlenenler,
biraz geride piknik yapan aileler ve masalarda oyun oynayanlarla beraber sessiz,
huzurlu ve çamlı bir koydur Çınar. İnsanlar buranın soğuk ılık denizinde yüzüyor
ve plajın hemen yanından denizle buluşan soğuk su kaynağında duş alıyorlar.
Doğal olarak bu dondurucu suda 30-40 saniyeden fazla kalınamıyor. Vücudun ritmi
değişiyor. Kan dolaşımı hızlanıyor ve insan kendine geliyor. Plajın işletmesi
köfte ve patates kızartması gibi sahil yiyecekleri sunuyorlar.
Lacivert
Koy, Su Altı Mağaraları, Yunus ve Akvaryum koylarında yaklaşık yarım saat duruluyor.
Lacivert koy aslında bütün koylar gibi koyu mavi. İnsan ılık suyuna dalıp
gözlerini açınca lacivertle beraber mavi ve yeşili de görüyor. Yüzerken
ayaklarınızda küçük kesikler varsa onları tırtıklayan balıklar sizi hem
gıdıklıyor hem de ürkütüyor. Su altı mağaraları isimlerinden de anlaşılacağı
gibi ürkütücü ama merak uyandırıcı bir hava taşıyorlar. Yüzmek ve snorkelle su
altında dolanmak egzotik bir etkinlik olsa da zamanı unutmanıza sebep olabilir.
Tekne sizi deniz ortasında bırakıp gitmesin. Bu arada mağaraların içine tüp ile
seyahat etmek dünyanın su altı coğrafyasını keşfetmeğe başlamak için iyi bir
başlangıç olabilir. Buradan sonra Gökova körfezinde denizanası şeklinde duran
Sedir (Kedrae) adasına çıkıyorsunuz. İdima, Helos Deniz Birliği, Pers, Hellenistik,
Roma, Bizans gibi birçok medeniyet tarih boyunca ruhu ve gözleri dinlendiren bu
bölgeye sahip olmanın tadını çıkarmışlar. Bu uygarlıkların izlerini küçük adada
fazlasıyla göreceksiniz. Tarihe daha yakından bakmak isterseniz gruptan ayrılıp
kısa bir ada gezisi yapmalısınız. Zamandan kopuk zeytin ağaçları arasında
dolanırken aniden karşınıza çıkacak olan antik tiyatronun bir basamağına
oturabilir ve bir zamanlar binlerce kişinin izlediği oyunun kahramanlarını
hayal edebilirisiniz. Adada körfez manzarası eşliğinde kostümler, dekor ve
seslerden oluşan birliktelik geliyor insanın gözleri önüne. O anı her
yaşadığımda zamanda seyahat etme fikri beynimden tekrar ve bir an önce mümkün
olmasını dilerim. Agoraya gelince mallarını pazarlayan ve alış veriş yapan
erkekler, kadınlar ve çocukları hayal ederim. M.Ö. 6. Yüzyıla denk gelen Karya
uygarlığının kral ve ailesinin yazlarını bu adada geçirdiklerine dair bazı
kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır. Adada bu kadar keşif yapıp tarih içerisinde
dolandıktan sonra Kleopatra plajına gitmeli ve körfezin sularına kendinizi
teslim etmelisiniz. Suyun iyileştirme, hayat verme, algıları açma ve mutlu etme
özelliklerini o anda tekrar yaşayacaksınız. Adanın kendine özgü safran sarısı
incecik kumları ile ilgili sıklıkla anlatılan bir söylence vardır. Söylenceye
göre, Romalı Komutan Antonius sevgilisi Kraliçe Kleopatra için Mısır’dan
gemilerle bu kumlara buraya taşıtır. Ve sevgililer bu adada ve kumlarda
buluşurlar. Aslında bu kumlar kalker damlacıklarından oluşmuş, Ege ve
Akdeniz’de sadece Girit Adasında bulunuyorlar. Tekne turları ile
taşıyabileceğinden fazla misafir ağırlamaya başlayan ve kumları azalan bu plaj
sıkı koruma altında alınmış. Kumların ada dışına çıkartılması yasaklanmıştır. O
yüzden kumsaldan çıkarken duş almak, havluları ve terlikleri silkelemek
zorunludur. Uzun ve yoğun bir körfez macerasından sonra yorgun ve dingin bir
şekilde kıyıya çıkıyorsunuz. Orman eviniz, Bungalov, sizi dinlendirmek için
sabırsızlıkla bekliyor olacak.
Akyaka’ya
sanırım çok az insan sadece bir defa gelmiştir. Siz ilk defa gelecekseniz
telaşa kapılıp
yukarıda yazılan her şeyi bir anda yapmaya çalışmayın. Ne de
olsa bir daha geleceksiniz. Gökova sizi buraya getirtecek. Üstelik burası
Cittaslow yani yavaş şehir. Coğrafyayı azar azar, dokunarak, örtüleri kaldırıp derine inerek ve
sindirerek keşfedin. Halikarnas
Balıkçısının sözü geliyor aklıma: “Roma’yı
gör de öl derler Gökova’yı gör de yaşa!”. Neden mi? İnsan doğasına en uygun doğa Gökova’da
bulunuyor da ondan.
ateş mehmet
2 eylül 2013, izmir
Okumayı henüz tamamlamadım ama keşke 3-4 hafta önce paylaşsaymışsın. O kadar çok ve güzel varlığın bir arada oluşu, fotoların ve notun tatil bitiyor olsa bile cezbetti beni... ARKASI OKUMAYI TAMAMLAYINCA :)
YanıtlaSilYa Zehra... Şükreen ktirrr... :) Gökovada tatil bitmez ... 12 ay gidilecek bir sığınak doğanın bu şanslı vahası... :)
Silyazını sonuna kadar okudum bu kadar güzel anlatılamazdı gökova..kokuşmuş betonlaşmış şehir hayatından gürültüden toz topraktan kurtulup buralara gelmeyi çok istiyorum bungalov evlerde yaşamak o tahta kokusunu içime çekmek doğayla içiçe olmak mis gibi tertemiz havasını solumak istiyorum
Sil