Dünyada kaç tane Doğu'nun Paris'i ya da Küçük Paris
var bilmiyorum ama Bükreş bu ismi hak etmek için bayağı bir çaba sarf etmiş. Bu
benzerliği yaratmak hatta Paris’ten daha çekici olmak için Komünist lider
Çavuşesku bakın neler yapmış? 1984’de Şanzelize sarayını örnek alıp bu kentin yüksek
tepesine ondan daha devasa bir saray yaptırmış. 1100 odalı sarayın balkonundan bugün
sonsuz bir şekilde uzanan bulvarı yaratmak için yedi mahalleyi halkın
itirazlarına rağmen zorla yıktırmış. Ve sonunda yeniden tasarlanmış bir Bükreş
yaratmış. Herhalde sarayın kocaman balkonuna çıkıp önünde sonsuz bir deniz gibi
duran Bükreş’i seyredince kendi eseri ile gurur duymuştur.
Pentagon'dan sonra dünyanın ikinci büyük binası olan bu saray aynı zamanda parlamento binasıdır. O kadar büyük bir bina ki yüzde 5ini gezmek için yarım günümü harcadım. Romanya'nın ve dünyanın farklı yerlerinden getirtilen mermer, ahşap, ipek ve cam ile yaratılan devasa ebatlardaki salonlara girdiğinizde insanoğlunun
çılgınlığı, güç ve ihtişam
arzusunun geldiği seviye ile hayretler içinde kalıyorsunuz. Bu salonlar ve balkonlar kimleri ağırlamamış ki.
Yaser Arafat-Şimon Perez barış görüşmesini, Michael Jackson ve dünyanın birçok
liderini.... Michael Jackson’ın balkondan yaptığı konuşmada Bükreşlilere
söylediği; “Merhaba Budapeşte” sözü hala espri konusu olmaya devam etmektedir.
Gerçekten de Budapeşte ve Bükreş her zaman karıştırılır. Sarayın ve
parlamentonun devasa büyüklüğünden başım dönmüş bir şekilde soğuk mermerlere
oturuyor ve uzak tavanlara bakıyorum. O anda kendimi sarayda bir sinek gibi
hissediyorum. Peki insan neden böyle bir saray yaptırır? Üstelik halk büyük bir
kıtlık yaşarken. Pentagon'dan sonra dünyanın ikinci büyük binası olan bu saray aynı zamanda parlamento binasıdır. O kadar büyük bir bina ki yüzde 5ini gezmek için yarım günümü harcadım. Romanya'nın ve dünyanın farklı yerlerinden getirtilen mermer, ahşap, ipek ve cam ile yaratılan devasa ebatlardaki salonlara girdiğinizde insanoğlunun
Çavuşesku bu saray ve parlamentoyu yapmakla kalmaz bulvar boyunca göz alıcı fıskiyeler yerleştirip Paris’teki Zafer Takının (Arc de Triomphe) aynısını büyük bir kavşağın ortasına diker. “Artık Bükreş Paris’ten daha güzel
oldu” diye geçirmiştir içinden. Güzellik sadece ihtişamla olmuyor tabi ki. Bükreş’in
Fransız hayranlığı yeni değildir. İki savaş arasında Bükreş ihtişamlı yaşam
tarzı, moda ve eğlenceye düşkünlüğü ile “Doğu’nun Parisi” olarak isimlendirildi. Bu arada küçük bir not Çavuşesku sarayı tam bitiremeden ve içinde oturamadan devrilir.
20 milyon nüfusu ile Romanya
denilince akla sadece Çavuşesku gelmez. Buz dansı kraliçesi Nadia Komenençi de akla gelir. O Romanya'nın en büyük ulusal gururudur. Ama ben Çavuşesku’dan bahsetmeye devam edeceğim. Köylü bir ayakkabı ustası olan
Çavuşesku her ne kadar ülkesinde diktatör olarak anılsa da ve 1989’daki halk
devrimi ile alaşağı edilip karısı ile beraber kurşuna dizilse de Bükreş
mimarisinde ve kentin yeniden
planlanmasında onun el izleri çok çarpıcı biçimde her
yerde gözlemlenebiliyor.
Tarihi niteliklere sahip ve genellikle barok tarzı ile inşa edilmiş devasa
büyüklükteki Ulusal Banka, Opera Binası, Sanat Müzesi, onlarca müzeye
baktığınızda Bükreş’in kimliğinde en önemli değerin mimari olduğunu görürsünüz.
Önceden alınmış izinlerle yüksek güvenlikli yerlerden geçerek mermer yüzlü bina
olan Ulusal Merkez Bankasına giriyor ve paranın geçmişten günümüze kadarki serüvenini
buradaki sergilerde öğreniyoruz. Lafı gelmişken Romanya kağıt değil plastik
banknot kullanıyor. Oyuncak gibi ama güzel. Bu arada müzeleri gezerken
heykellerine rastladığımız ve halk kahramanı olarak saygı duyulan bir çok
şahsiyetin Osmanlılara karşı savaş kazanmış yada bağımsızlık savaşında liderlik
etmiş insanlar olduklarını öğreniyoruz. Bu arada Romanya 1866 yılında
Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanıyor. Gücü, şatafatı ve güzelliği yaratmak için
büyük binalar inşa etmiş olan Bükreş çağımızın özensiz yapılaşmasına rağmen bu
özelliğini hala direnerek korumaktadır.
Bükreşliler sadece kent
mimarisi ile övünmediklerini ispatlamak için köy mimarisini öne çıkaran Ulusal
Köy Müzesini kurmuşlar. 1925-1935 yılları arasında 10 bilim adamı bütün Romanyayı
gezerek her bölgenin evini incelemişler
öğreniyoruz. Romence dilindeki kelimelerin yüzde 5inin Türkçe olduğunu da bize kendisi anlatıyor. Onu dinlemeye devam ediyoruz. Dağ köylerinde yüksek duvarlı ya da yarısı yerin altında gizli olan üstü otlarla kamufle edilmiş evlerin Moğol, Tatar ve Osmanlı akınlarından korunmak için yapıldığını öğreniyoruz. Victoria caddesi üzerinde göz alıcı binada kurulmuş olan Ulusal Köylü Müzesinde ise köy hayatına dair ne varsa bulabiliyorsunuz. Kıyafetler, mutfak malzemeleri, hayvancılık aletleri, evler, yel değirmenleri, heykeller, aletler, vb. Bu müzeyi hakkı ile gezen bir insan Romanya kültürünü artık hayalinde gerçekmiş gibi canlandırabilir. Müze demişken Bükreş bir müze kentidir. Hayatın her alanını müzeleştirmeyi başaran bir geçmişe saygı kentidir. Bu arada müzelere giriş bedava gibidir. 5-10 TL arasındadır.
Eğlence, Yeme, İçme...
Bir kente gidip eğlence
hayatını görmemek güzel bir yemekten sonra tatlı yememek gibi bir şeydir.
Kentin tarihi bölgesinde eğlence hayatı bazen geleneksel ve bazen de modern
şekilde tasarlanmış publarda, cafelerde, kulüplerde ve restoranlarda hem çok
canlı hem de çok ucuzdur. Mekanların sıra dışı dizaynlarına dikkat etmek ve her gittiğinizde farklı bir mekanı görmek kent keşfinizi renklendirecektir. Her turistin en az bir defa kazıklanmasının kaçılmaz
olduğu taksi serüvenlerini Bükreş’in eğlence başlığında yazmalıyım. Bu sayede acısı hafif olur. Yine de taksiler çok yaygın ve ucuzdur (10 km mesafe 6-7 TL). Pazarlık
yapmanızı ve mümkünse taksileri oteliniz vasıtası ile çağırtmanızı tavsiye ederim.
Eğitim
Özel okulların yaygın olduğu
Romanya’da devlet okulları arasında en az Türkiye’de olduğu kadar fırsat
eşitsizliği olduğuna tanık oluyorum. Devlet okullarına veli katkısı ne kadar
büyük olursa
okulların olanakları da o kadar yükseliyor. Okullarda Resim, Müzik
ve İngilizce eğitimi ana okulundan itibaren başlıyor. Çocuklar 6. Sınıftan
itibaren ikinci yabancı dil öğrenmeye başlıyorlar. Din dersi seçmeli olarak veriliyor.
Bükreş sokaklarında hemen hemen
herkes İnglizce konuşabiliyor. 1989’a kadar Komünist sistemden dolayı Ruşça’nın
hakim olduğu Romanya’da İngilizcenin bu kadar yaygın olması beni şaşırtıyor.
Elbette Bükreş’in turistik bir kent olması, insanların dünyaya açık olmaları,
yurt dışına seyahatin yaygınlaşması, ABye üyelik, İnternet ve sinemanın yaygınlaşması İngilizce
öğrenimini kolaylaştırmıştır.
Öğretmenler ortalama olarak 18 saat
derse giriyor ve yaklaşık 250 Euro gibi düşük bir maaş alıyorlar. Bu
yüzden de
çoğu öğretmen ikinci iş yapmaktadır. Bu arada asgari ücret 200 Euro
civarındadır. İnsanların bu düşük gelirlere rağmen nasıl geçinebildiklerini halen tam
olarak anlamış değilim. Ancak biraz araştırınca çoğu ailenin Komünist dönemde onlara
verilen evlerde oturdukları ve bu yüzden kira ödemediklerini öğreniyorum.
Doğal gaz ve petrolü kendi topraklarından çıkardığı için halkına düşük fiyata
satmaktadır. Ayrıca geliri düşük aileler
sosyal yardım almaktadırlar. Romanya’da okullar belediyeye bağlıdır. Öğretmenler
merkezi sistemle yapılan sınavlar sonucunda puanlarına göre okullara tayin
ediliyorlar. Doğum izni 14 aydır.
Siyasi sistem
Konuştuğum sıradan Romenler,
rehberler ve öğretmenler siyasi sistemlerinin demokratik olduğunu şu sözlerle
anlatıyorlar. “Romanya’da resmen kabul edilmiş 19 etnik grup bulunmaktadır. Nüfus
içerisinde
Macarlar en büyük oranı teşkil ediyorlar. Almanlar, Yahudiler,
Türkler ve Çingeneler de önemli bir orana sahipler. Siyasi sistem bu grupların parlamentoda mutlaka temsilci bulundurmalarına olanak tanıyor. Romanya
siyasetinde çok farklı özelliklere sahip etnik gruplar şaşırtıcı bir şekilde ortak
hareket etmeyi öğrenmişler. Azınlıkların çıkarlarını kollamayan hükumetler azınlıkların
ortak hareket etme geleneği sayesinde düşebiliyorlar. Bu durum Romanya
tarihinde iki defa yaşanmıştır. Bu arada şu anda ülkede sosyalist-liberal
koalisyon hüküm sürüyor. Sosyalistlerin sandalye sayısı daha yüksek olmasına
rağmen başbakan liberal partidendir. Bu durum ülkedeki demokrasi seviyesi
hakkında bize bir fikir vermektedir.
Şatolar, Kaleler, Kiliseler ve Dağlar ülkesi
Romanya’nın iyi korunmuş kadim
tarihini yaşamak isterseniz Braşov bölgesine gitmeniz gerekiyor. Bükreş’den iki
saat kadar gittikten sonra dağ başlarında ormanların içinde saklı köyleri,
sarayları, kaleleri, köşkleri, şehir duvarlarını, halen kimliğini muhafaza
edebilen köy ve kır yaşamını masalın içinden seyreder gibi seyretmeye
başlıyorsunuz. Bran şehrine yakın dağın dik yamacında kurulu olan Bran Kalesi (Dracula
Kalesini) görünce aklıma ay ışığında ve sisler arasında yükselen Gargamelin
kalesi geliyor. Bu arada Bram Stoker’ın Dracula romanının bu kalede geçtiğini, kitabın adını buradan aldığını ancak yazarın buraya hiç gelmediğini öğreniyoruz. Eskiden iki devletin sınırında yer alan bu kale elbette savunma amacı
ile yapılmıştır. Osmanlı tarihi okurken bize öğretilen Kazıklı Voyvoda’nın
yaşadığı
ve savaşlarını yönettiği kale burasıdır. İmparator Vlan (Dracula-Kazıklı Voyvoda)
Romanyalılar tarafından zalimliği ile meşhur bir kahraman olarak görülmektedir.
Ancak başıboşluğun hüküm sürdüğü Romanya'ya dirlik, düzen ve refah getirdiği
için halk tarafından hala sevilen bir liderdir. Zalimliği ile ilgili iki anekdot
anlatayım. Osmanlı ile savaşa hazırlanan Vlan kendi askerlerinden binlercesini öldürtüp kazıklara geçirir ve kilometrelerce uzunlukta bir alana bu kazıkları
diker. Bu sahneyi gören Osmanlılar adamın gazabından korkup geri kaçarlar. İkincisi,
Vlan (Dracula) kendine bağlı şehirlere gittiğinde şehrin meydanına altın kase bırakırmış.
Altın kase ertesi sabah yerinde değilse kentin yöneticisinin kellesi gidermiş.
Zira altın kasenin çalınması güvenliğin yetersizliği anlamına gelirmiş. Kalede
işkence koltuğu, savaş aletleri ve Kraliçenin yaşam alanları da bulunmaktadır.
Bükreş’in kiliseleri göz
kamaştırıyor. Yeni yüksek binaların arasından aniden çıkıveren ve genelde
Ermeni ve Bizans mimari yapısına sahip Ortodoks
kiliselerinin içine girince tarihe doğru yola çıkıyorsunuz. Romanya’nın en doğu
tarafı kilisleridir. Zira kilisede ibadet
eden yaşlı teyzelerin başları örtülü Müslüman türbelerde olduğu gibi duvarlara dokunarak ya da onları öperek dua
ediyorlar. İçeriye dolmuş olan mistik kokulu tütsüler Ortadoğuyu anımsatıyor.
Aynı zamanda tıpkı Doğuda olduğu gibi Bükreş'de de inanç hala çok güçlü ve
yaşamın her alanında hissedilmektedir.
Kaleye 20 km mesafede vadiye
göz kırpan iki muhteşem kraliyet sarayı sizi karşılayacak. Bu saraylardan büyük
olanını devam eden restorasyon sebebi ile sadece dışarıdan bakıyoruz.
Dışarıdan bakmak Avusturya mimarisi ile yapılan bu saraya hayranlık duymaya
yetiyor. Romanya’nın kurucusu I. Carol tarafından yeğeni için yaptırdığı
Pelişor (Küçük Peles) sarayına girince ilk dikkati çeken ilk şey Viyana'dan getirtilmiş
olan zarif
mobilyalardır. Tamamı altın varaklarla kaplı Kraliçe odası
gözleri kamaştırmakla kalmıyor çılgınlığın sınırını da zorluyor. Bu odada aynı zamanda kraliçe Maria’nın kalbi vasiyeti üzerine
de bir sanduka içerisinde tutulmaktadır. 70 odalı bu saray Çavuşesku zamanında
av köşkü olarak da kullanılmıştır. Romanya hükumeti tarafından halen varlığını
sürdüren kraliyet ailesinden yıllık 11 bin Avroya kiralanan bu bina kültür
tanıtımı amacı ile müze olarak kullanılmaktadır.
Bu kadar tarih yeter dediğiniz
anda bir tepe üzerine kurulu olan tamamı ahşaptan yapılmış, geleneksel Romanya
yemekleri yapan kent manzaralı bir restoranda yemek yiyebilirsiniz. Ev yapımı
şarabın sürahilerle servis edildiği şömineli salonda doğuya tanıdık gelen
kıymalı lahana sarmasını, cam içerisinde 6-7 ay tutulduktan sonra güveçte
pişirilmiş et yemeklerini, ördek ve lahanalı püre gibi sayısız lezzeti bu
restoranda yiyebilirsiniz. Restoranın hemen yanına yüksek ağaçlar arasında
gizlenmiş bir şekilde yapılan Şirinler, Kırmızı Başlıklı Kız vb. masal
kahramanların evlerini de görmek masal gezinizi daha da sevimli hale getirecek.
Romanya için yazdıklarım buğday
tarlasından sadece bir tutamdır. Tarlanın geri kalanını özellikle en alımlısı
ve çekicisi olan Transilvanya bölgesini gezmeden Romanya'yı gördüm demek eksik
olacaktır. Sözü Ethan Richardson’ın bir sözü ile
bitireyim; “Romanyalılar konuksever, cömert, iyi dinleyici, nazik ve maceracıdırlar.” İlk izlenimlerim Richardson'ı haklı çıkarıyor. Kaldığım yerden
siz devam etmek ister misiniz? Keşfetmeye...
27 Kasım 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder