“Doguya
yaklastikca kurallar gevsiyor. Biz de gevsiyoruz. Macaristan`da basliyor hersey…“
Cek cumhuriyetine yaklasirken Cagdas gerilmeye basliyor. ”Burada polis ve
görevliler kontol icin en fazla Türk tirlarini durdururlar. Ve senden rüsvet
almadan gecmene izin vermezler. Sende illa bir hata bulmaya calisirlar.“ Bu
defa olmayacak diye umutlaniyoruz ancak sinira yaklasirken arkamiza polis otosu
takiliyor. Korkulan basa geliyor. Polis bizi kenara cekiyor. Cagdas sortunun
cebine 5 ve 10luk Eurlari hazirlamisti zaten. Polis, Türkce “merhaba” diyor. Cagdas
en sevimli
halini takinmaya calisiyor. Cek Cumhuriyeti ile ilgili bildigi her seyi komik
bir sekilde siraliyor. Milan Baros, Cek republic, Prag, Dobra… diyor ve poliste
sempati yaratmaya calisiyor. Tüm
kontroller bitiyor ancak polis en ufak bir acik bulamiyor. Bu yüzden 1 kg üzüm
ve iki incirle yirtiyor Cagdas. Polisler mutlu oluyor. Cagdas, “Iletisim önemli
yoksa bende illaki bir hata bulurlardi“ diyor ve özelestirisini de yapiyor. “Gerci
bir yandan haklilar cunku biz Türkiyeli soförler kurallara ve nizama pek
uymuyoruz.“
Yola cikar cikmaz Ahmetten kaza haberi aliyoruz. Macar sinirinda Polonyali
bir TIR soförune
sürtüyor ve adamin aynasi kirilip dorsasi ciziliyor. Ahmet`in
kamyonunda ufak cizikler. Ahmet yine de bize yetisiyor ve yari küfürlü bir
sekilde olayi anlatiyor. Ancak iki dakika sonra herseyi unutuyor. Macar
parasini daha iyi fiyata para bozdurmak icin tarlalarin ve ormanin icinden
gecip yarim saat icinde baska bir döviz bürosuna ulasiyoruz. Cagdas biyik altindan
gülerek konusuyor; “Kamyonculari kimse kaziklayamaz.“ Para kazanmanin ve onu
korumanin ne demek oldugunu bir daha anliyorum. Ahmet yanici madde tasidigi icin bizimle ayni yoldan gelmemesi gerektigini biliyor ancak yine de vaz gecmiyor. Tehlikeli madde tasidigini gösteren TIR arkasindaki turuncu isareti kapatip bizimle ayni yoldan geliyor. “Le eri“ diyor. Anlamistim. Ahmet espiri yapmadan ve küfur etmeden bir cümleyi biteremez. Ancak bu sirada elindeki sigarasini gizleyerek iciyor. Sasiriyor ve nedenini soruyorum. “Cünkü sigara icmek ayip“ diye cevapliyor. Siradisi bir paradoks. Bu arada hareket etmeden önce bu yollara yabanci olan Iranli bir kamyon söfor Cagdasa Türkce ile yol soruyor. Cagdas ona nerelerden gececegini tek tek yaziyor ve uyariyor; “Aman ha! Evraklarda hatali seyler yazma. Macarlar yalnis bir harfi bile affetmez. Din iman yok bunlarda…“ Adam mütesekkir bir sekilde basi ile tamam diyor. Budapesteye dogru yola cikarken Cagdas`in yüzünde yardim etmenin huzuru ve keyfi okunuyor.
Havalar cok sicak. Cagdas`in etrafi atistirmaliklarla dolu. Uzun kolu oturdugu
yerden
meyveye, suya, ayrana, cereze ve bisküvilere kolaylikla gidiyor. Ayni müzigi
degistiriyor ya da telefonunu kurcaliyor. Dostlarindan gelen komik mesajlari
okuyor. Semira
Tevfik`in Hub el esmer ceneni (Esmerin aski beni deli ediyor-Arapca) sarkisi
basliyor. Yüksek sesle eslik
ediyor. Hayat dolu ve eglenceli bir adam bu Cagdas. “Bunlar olmasa canimiz cok
sikilir, yol gecmez” diyor. Sonra
Almanya, Belcika ve Ingiltere`de yasayan köylülerine mutfak gidalari ve esya
tasima isini anlatiyor. “Yaklasik 40 aileye Antakya`daki köyümüzden (kendi ailelerinden) zeytinyagi, bulgur, nar eksisi, salca hatta kimi zaman sogan ve ceviz alip buralara tasiyorum. Tabiki ücret almadan… Iyilik icin… Köyün hepsi akraba sayilir. Kimseye hayir diyemem. Ama TIRin dorsasina yani arkasina birsey koyamayacagimi insanlara bir türlü anlatamiyorum. Sadece yedek yatagima esya alabiliyorum. Adam 30-40 kg esya ile geliyor, “Cocuguma götür” diyor. “Bunlar fazla” diyorum. “Ne olacak? Kocaman TIR bu” diyor. Deli oluyorum. Köylüler Cagdas`a hizmetinden dolayi minettar ama bazilarinin onu sadece esya göndermek icin hatirlamalari da canini sikiyor. “Benim icin akrabalik ve dostluk önemli. Karsiliginda insani iliski istemiyorum” diyerek köylülerinden beklentilerini anlatiyor.
Hava karariyor. Yorgunluk
omuzlara biniyor ve telas basliyor. Kamyoncularin Macaristan`da ve bircok
ülkede beyyetlemek (kuslarin uygun bir yerde gece uykusuna dalmasi-gecelemesi)
icin park yeri bulma sorunlari var. Parklar yetersiz ve elbette Almanyadakiler
gibi genis, konforlu ve temiz degil. Budapeste`ye girmeden bir park yeri
buluyoruz. Kurallari cigneyip Ahmetle beraber iki TIR kamyonunu yasak yere park
ediyoruz. Cesme basina. Karanlikta cesme basinda oturan bir adam ve yaninda
hayat kadini az sonra restorana giriyorlar. Gariban görünüslu baska bir adam
bizden para isitiyor. Evi ve kimsesi yokmus. Cagdas yemek veriyor ve para
veriyor. Eski ve kirli kiyafetleri ile adam kamyonun önünü yikiyor ve camlarini
siliyor. Cagdas, “herife bak, culsuz görünüyor ama Almancasi cok iyi” diyerek
saskinligini ifade ediyor. Sessilesiyor. “Böyle insanlara yardim edince cok
huzurlu hissediyorum…”
Sandik mutfagimizi
aciyoruz. Cagdas patatesleri kizartirken ben kamyonun su deposunu
cesmeden
dolduruyorum. Ahmet sofrayi kuruyor ama ayni anda espirileri ve küfuleri de salliyor.
Yemek hazir. Baska bir soför Erzincanli Cengiz abi geliyor. Sariliyorlar. Sohbet
basliyor. “20 yildir TIR soförüyüm. Aslinda cok zor bir meslek degil ama
Kapikule sinirinda bazen iki gün beklemek zorunda kaliyoruz. Tabi bir de
cocuklarimiz biz olmadan büyüyor. Cagdas `evet` diye basini salliyor. Hüzünle
anlatmaya devam ediyor… “Mesela benim 22 ve 20 yaslarinda bir kiz bir erkek iki
cocugum var. Onlari anneleri
büyüttü ve benim para vermek disinda onlara bir katkim olmadi. Cocuklarimin
ellerinden tutup parka, sinemaya, tiyatroya ya da havuza götürme sansim olmadi. Aci bisey ama ne
yapacaksin?“ Bu sirada telefon caliyor. Cagdas`in cocuklari Zihni (9 yas) ve Ali
Emin (8 yas), emekli TIR Soförü babasi ve annesi görüntülü arama yapiyorlar.
Cagdas; “dal 25 yevm (25 gün kaldi)“ diyor cocuklarina. Anne dualara basliyor; “Allay
kün mi3ek (Allah seninle olsun), allay vasslek bihayr (Allah seni hayirlisi ile
ulastirsin), Allay 3iynek ye ibni (Allah yardimcin olsun oglum)“ diyor. Cagdas kisa
kesiyor. Herkesi öpüyor ve sürmeye devam ediyor.
Cengiz abi “Gel hocam“ diyor ve sofradan kalkip yürümeye basliyoruz. Az
sonra bulundugumuz tepeden vadi icinde kurulu olan Tatabanya kentinin isiklarini
seyre daliyoruz. Cengiz abinin ruh hali degisiyor ve gururla anlatmaya
basliyor. „Bir oglum endustruyel mühendisligini bitirdi. Kizim
da devam ediyor üniversiteye“. O da bitirince emekli olacam. Sonra da Istanbul`u
terk edip Erzincan Caglayan`daki köyüme yerlesecem. Daglar arasinda ve yesillikler
icinde bir köy evi yapacam kendime. Bahcem olacak ve sebze yetistircem. Bizim
oranin kuru fasulyesi meshur. Sehrin tepelerine bakiyor ve Caglayan`da sellale
basinda alabalik yedin mi? diye soruyor. Evet diyorum. Kiremitte tereyagli.
Gülümsüyor. “Bu meslekte eski
ve simdi arasinda ne fark var?“ diye soruyorum. „Hersey“ diyor ve yarasina
basmis gibi kirik kalple anlatmaya devam ediyor. “Yollar, kamyonlar ve tessiler
daha iyi ancak iliskiler bozuldu. Eskiden biri yolda kalinca herkes durup
yardimci olmaya calisirdi. Simdi öyle degil. Tabi yine de biz arkadaslar
arasinda bu dayanisma devam ediyor.“ Yanimiza yaklasip muhabette katilan Cagdas
devam ediyor. „Tasimacilgin kanununda var; beraber gittigin arkadasini ne
olursa olsun birakmayacaksin. Basina bir is gelebilir.” Cengiz abi basini salliyor.
Orman yanindaki cesme basinda dislerimizi fircaliyor ve ayaklarimizi
yikiyoruz. Kamyonlarimiza geri dönüyoruz. Uyku vakti. Yarin 10 yapacagiz. Yani on
saat yolculuk. Bulgaristan. Havuzda yüzme ve Antakya (Tlel usülü) restoranda
yemek bizi bekliyor. TIR kapisini kapatip basimi yastiga koyuyorum. Cesmeden su
sesi ve yoldan kamyon sesleri geliyor. Pencereden disari bakiyorum. Yoksul ve
celimsiz adam tasin üzerine oturmus sigarasini iciyor…
Özledim memoş. Bir kamyonum olmasada seni haftasonu delikliye götürebilirim :)
YanıtlaSilMemedim, devamını 4 gözle bekliyorum; yolunuz az kalmış diye üzülsem Çağdaş küfürü basar herhalde :)
YanıtlaSil