17 Şubat 2012 Cuma

Salam iv Bes-Sadece Barış


Ne güzel günler idi. İki ülke arasında bir anda sınırlar kalkmış 70 sene boyunca ayrı kalmış kardeşler  muhabbete kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı. Birbirlerinin yüzlerini inceleyip birbirlerine özlemle sarılıyor geçen zamanı telafi edercesine fazla fazla konuşuyorlardı. Çarşılarda Arapça ve Türkçe’nin birleşiminden oluşan ve son zamanlarda zayıflamaya yüz tutan uğultulu ve defne kokulu dil tekrar canlanıp dükkanların üstünde gezinmeye başlamıştı. Şamlı, Halepli ve Lazkiye’li gelinler artmış, Fenerbahçe-İttihad takımları arasında oynanan maça iki ülkenin liderleri ve 80’lik annem ve babam da gitmişlerdi.. Maçı aynı sıralardan yana yana izlemişlerdi. Liderler sadece siyasi değil aynı zamanda sosyal ilişkiler geliştirmekle kalmamışlar birbirlerinin evlerine misafirliğe bile gitmeye başlamışlardır.  
Ama Orta doğuda hemen ümitlenmek mucizelere inanmak gibi bir şey imiş. Her zaman olduğu gibi Orta doğu’da herhangi bir yerde yakılan bir ateş henüz etrafını bile ısıtmadan dumanını komşu evlere ulaştırıyor. Tıpkı Tunus'ta olduğu gibi. Magrib ülkesi Tunus’ta çakılan ateşin önce dumanı sonunda da kendisi vardı Suriye’ye. Hem de çıktığı yerden daha şiddetli bir biçimde. Demek ki ateşi yemleyecek çok malzeme vardı bu sarı komşumuzda. Kapılarımız bir anda kapandı. Bayram için hazırlanan keşkekler, hummuslar ve künefeler tabaklarında yarım kaldı. Fairuz, Marcel Halifa, Ali Dik şarkıları, Adonis'in şiirleri sustu. Yan yana gelen komşular ve kardeşler tabaklarını bırakıp evlerine, tellerin öbür tarafına kaçıştılar. Konusu pek hoş olan kısa bir film bitmişti. Evet. Suriye ve Türkiye arasında yaşanan durum tam da böyle bir şey idi.

Peki bugünkü durum nedir? Sınırın bu tarafında özellikle Antakya’daki insanlar giderek kötüleşen bu olaylar hakkında ne düşünüyorlar? Elbette ki bayramı yarıda kesilmiş bütün insanlar gibi çok üzgünler ve hayal kırıklığı yaşıyorlar. Muhalif yada rejim yanlısı her iki kesimin akrabaları sınırın öbür tarafında olanları kaygı ile izliyorlar. Dualar-birkaç dilde- bu kanın durması için ediliyor yüksek sesle. Ama bildikleri bir şey var ki bu coğrafyada yanan ateş kolay sönmüyor. Suya çok fazla ihtiyaç duyuluyor. Bazen de gözyaşlarına. Trajedinin ötesine geçen Lübnan iç savaşı hala akıllarda taptaze. Bu hisler ve düşünceler hemen herkesin beyninde bir ur gibi varlığını hissettiriyor. Bu coğrafyada yaşayanlar huzuru olduğu gibi korkuyu da-sebeplerini hep akılda tutarak-yaşarlar.

İki tarafın destekçisine biraz yaklaşıp sohbet edince şiddete karşı çıkma ortak paydasına rağmen iki farklı düşünceye sahip olduklarını anlıyorsunuz. Esed’i destekleyenler “Esed’in aslında birliği temsil ettiğini, senelerdir mezhep çatışmasını engellediğini dolayısıyla bu olayların dış güçlerin bir oyunun parçası olduğunu” düşünüyorlar. Şunu da ekliyorlar; “Esed’in devrilmesi ülkede mezhep çatışmalarına yol açacak ve sonuçta bir iç savaş kaçınılmaz olacaktır. İç savaşın sonunda da katı bir şeriat rejimi kurulacak.” “Şeriatın Aleviler ve gayri Müslimleri tehdit edeceğini ve sonunda onlara ya ölümü yada göçü yaşatacağından” korkuyorlar. Tarih boyunca yaşanan acılar (biraz küllenmiş olsa da) bize bu korkunun yersiz olmadığını gösteriyor.
Diğer yandan Esed karşıtları “rejimin Sünnileri hedef aldığını ve onlara kitlesel katliamlar yaptığına” inanıyor. Bu yüzden “Türkiye dahil bütün dünyanın birleşip Esed rejimini iktidardan alaşağı etmesi gerektiğini” söylüyorlar. Tarafları tek tek dinlediğinizde her iki kesimin de kendilerinden çok emin olduklarını görüyorsunuz. Dolayısıyla olaylar şiddetlendiği oranda birbirlerine karşı olan duygular da şiddetleniyor. Bu da Suriye’de olan olayların ister istemez sınırın bu tarafına yani savaş dışında kalan kardeşlere de sıçrama tehlikesini içinde barındırdığını gösteriyor. Tam olumsuz koşullarda içimizi ferahlatan şey beraber yaşama tecrübesi uzun olan Antakya’daki Sünni, Alevi ve Hıristiyan kesimlerin sağduyularını kaybetmemeleri ve kardeşlik dilini kullanma konusunda ısrarcı olmaya devam etmeleridir.    

Ama Suriye’de şiddet tırmanıyor ve ölümler de artıyor. Suriye halkının ağlama sesleri sınır köylerinde dinlenebiliyor. Hem bu ağlama ve feryatlar içinde Sünni-Alevi diye bir ayırım da yok. Silahlandırılan muhalefet artık silahlı direniş gösteriyor yada şehirlerin kontrolünü ele geçirmek için saldıranlarda bulunuyor. Uzun yıllar iktidarı elinde bulunduran bütün rejimler gibi Esed rejimi de şiddetini arttırıyor. Kısacası artık Suriye'de biri büyük (Rejim) biri küçük (Özgür Suriye) iki ordu savaşıyor ve bu yüzden ölümler katlanarak artıyor. Bu durumda muhalif ordunun daha fazla silahlandırılması ve rejimin de kendi müttefikleri tarafından daha fazla desteklenmesi kitlesel sivil insan ölümü ve neticede iç savaş sonucunu doğuracaktır. Şöyle bir gerçeği kimse inkar etmiyor. Esed rejimi düşse bile iç savaş kaçınılmaz görünüyor. Ve iç savaşın Ortadoğu’da ne anlama geldiğini herkes biliyor. “Peki senin çözüm önerin ne?” diye sorarsanız. Bölgede ve dünyada yaşanan bütün savaş felaketlerine rağmen kendini barış şemsiyesi ile korumayı bilmiş Antakya deneyimi bana şu çözümü gösteriyor. Birincisi, muhalefeti destekleyen ülkeler muhalefetin silahlarını susturmasını sağlayacak. Esed rejimini destekleyenler de Esed’i güç kullanmaması konusunda onu ikna edecekler. Yani savaşları sonlandırmak için yapılması gereken ilk şey yapılacak. Önce ateşkes. Sonraki adım ise tarafları bir masa etrafında buluşturup demokratik bir Suriye’nin kurulması için beraber çalışmaya zorlamak. Tarafları destekleyen güçler bunu başarabilecek durumdalar. Elbette ortada başka hesaplar yoksa. Diğer önemli bir nokta ise Türkiye yönetimi insanların yaşamasını sağlamanın kutsallığına inanıyorsa Suriye yönetimi ile yeniden konuşmaya başlamalı. En azından 26 Şubatta "çok partili sisteme geçme" ve "cumhurbaşkanının görev süresini 7 yılla sınırlandırma" maddelerini içeren anayasayı referanduma götüreceğini açıklayan Esed’e bunu yapması için fırsat vermeli. Muhaliflerin “Esed zaman kazanmaya çalışıyor” iddiası doğru olsa bile daha az insanın ölmesi ve bu toz dumanın kalkması için silahları susturmak ve rejimle tekrar iletişim kurmak zorunlu görünüyor. Türkiye Suriye ile ne olursa olsun ipleri koparmasa idi acaba şimdiye kadar kaç insanın hayatını kurtarırdı? diye düşünmeden edemiyor insan. En kötü ihtimalle birkaç bin daha az insan ölürdü. Unutulmamalıdır ki, ülkeler savaşta olsalar bile birbirleri ile konuşmalı. Konuşmalı ki barış şartları olgunlaştırılsın. Savaş uzamasın. Ve son olarak biz, savaştan etkilenen ama ölmeyen aynı ailenin insanları, ne yapabiliriz? Karşı tarafa değil özellikle kendi tarafımızda duran insanlara "önce şiddetin durması ve kardeşliğin ne olursa olsun zedelenmemesi gerektiğini" anlatmalıyız. Antakya’da ve komşu evlerde ateşin değil suyun galip gelebilmesi için. 


                                                                                  Mehmet Ateş
                                                                     Servas Türkiye Barış Sekreteri
                                                                                   Antakya