22 Mayıs 2012 Salı

Asi; Deli Oğlan’nın Yolculuğu


                       Annem bize kızdığında “gider kendimi asiye atarım, yaramazlık yapmayın” diye tehdit ederdi. Asi sözünü duyup bulanık suyu gözlerimizin önüne gelince asiliğimiz aniden körelir, uslu bir tavşan gibi annemize sokulurduk. Annem de yüzünde bir tebessümle Asi nehrinde yakalanan sazan balıklarından tepside ve odun ateşinde enfes ziyafetler yapardı. İşte böyle. Hem korkutur hem de beslerdi bizi. Asi’nin doğduğu yerde ve içinden geçtiği coğrafyalarda topraktan verim fışkırır. Denize döküldüğü yerde yani Süveydiyye’de balıklar gelen ganimeti paylaşmak için sarhoş çocuklar gibi doluşur ve birbirleri ile tepişir durur. Uzun yoldan gelen bir akrabanın bohçasındaki hediyeler çocukları nasıl heyecanlandırırsa balıkları da öyle heyecanlandırır. Asi, şikâyet etmeden ve sevinçle taşıdığı emaneti sonunda balıklara teslim eder. Nehrin ağzında bu anı bekleyen gözü pek balıkçılar da bu teslimat sırasında oluşan kargaşadan faydalanıp balıkları teslim alır sihirli ağları ile. Ve bu oyun binlerce yıl aynı şekilde oynanır. Asi insanlara başka neler sunar? Nehrin etki alanında pamuk, mısır, pirinç, soya ve sebzelerin her çeşidiyle meyvelerin en lezizi yetişir. Asi, Hama ve Amik’te pamuk ve buğday, Dafne köylerinde cennet hurması (Tin frenci),  Süveydiye ovasında kokulu mandalin demektir. Ortadoğu’nun leziz yemeklerinin oluşmasında Asi’nin payı aşçısının payından çok daha büyüktür. Cömertçe dağıtıp karşılığında sadece saygı beklediği bu bereketlerden kenarında yamacında kim varsa faydalanır.
                     Ancak Asi intikamcıdır da aynı zamanda. Ters istikamet- güneyden kuzeye- akarak O’na boyun eğmeyenleri şaşırtıp etrafına gözdağı verir. Kendi izni olmadan ve onunla işbirliği yapmadan yoluna dikilen köprüleri, evleri ve bahçeleri yıkar geçer. İnsanlar inat edip karşı saldırıya geçer ve yıkıntılar üzerinde yeni inşaatlar başlar. Ancak Asi kararlıdır. Vücuduna yol açabilmek için her tarafı yerle bir eder. Mesela Asi-İnsan savaşının en şiddetli şekilde yaşandığı Amik ovasında sürekli yenilenen bir trajedi yaşanır. Asi, sevgilisi Amik gölünü kurtarmak için Lübnan ve Suriye’de topladığı güçle azgın ve yaralı bir sevgili gibi saldırır. Önüne set çeken, köprü kuran, O’nu güya ıslah etmeye çalışan insanla dalga geçer adeta. Teknolojisinin kurbanı insan karşısında pek küçük pek güçsüz kalır. Ve bir bakarsın yer yer Asi ile barışmak zorunda kalmıştır. İnsanlar boyun büküp binlerce yıl önce atalarının yaptıkları gibi Asi üzerinde salla yolculuk yaptıkları yerde, bu sefer salları havaalanına ulaşmak için yüzdürürler. Hem de bu yüzdürme işi için Asi’nin kıyısında beslediği ağaçlardan kesilen uzun sırıklar kullanılır. Bu sefer insanlar çaresizce hafif dalgaların üstünde uyumlu bir şekilde ilerlerler. Bütün bunlara rağmen doğayı ıslah etmeye kalkışan insanoğlu aslında kendisinin ıslah olması gerektiğini fark edemez. Asi’nin yol hikâyesi Ortadoğu’nunki gibi karmaşık ve ilginçtir. İçine girip onu takip ettikçe asiliği daha da belli olur ve düşmanını bile kendisine hayran bırakır.
                                Asi nehri Bekaa vadisinin doğusunda Labwah köyünde doğduğunda ilk fark edilen şey bu Deli Oğlan’ın büyüdüğünde çok haşarı olacağıdır. Birkaç km aktıktan sonra bir anda serpilip etrafına hem hayat hem de ölüm saçacağını hisseder insan. Buna rağmen geçtiği her yerde insanlar anlaşmış gibi korku ve sevgi hisleriyle önünde eğilmek isterler. Bu topraklarda bir çocuğun babasına duyduğu hisler gibi. 240 km sürecek yolda üç ülke sınırını aşacak olan Deli Oğlan tepeden tırnağa su ile kuşanmış denizle buluşuncaya kadar kendine hiçbir engel tanıma niyetinde olmayan bir şövalye gibidir.  Yol üstünde maceralar yaşayacak, badireler atlatacak ama coşkusu hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Şimdi sessizce ve O’nu rahatsız etmeden arkasından ilerleyelim. Bekaa’dan çıkıp bir süre yılan gibi süzüldükten sonra ilk sevgilisi Humus gölüne varır. Ve tereddüt etmeden kendini sevgilinin dinginliğine bırakır. Göl onu koynuna alır, dinlendirir, yaralarını iyileştirir ve hediyelerini kabul ederek sonraki meşakkatli yollara hazırlar. Beraberlik kısa sürer ama her anı anlamlıdır ve bir amaca yöneliktir. Az sonra Deli Oğlan sevgiliye yani göle yük olmaya başlar ve yorgun yari O’nu ağzından aldığı gibi vücudunun derinliğinde sindirerek nehrin yatağına bırakır. Böylece tazelenmiş, beslenmiş ve gücüne kavuşmuş bir ruh haliyle akmaya başlar. Yatağını genişletmeye çalışarak sağa sola çarpar ve dişleri ile koparttığı toprak parçalarını yutarak yoluna devam eder. Saf suyu bu topraklar ile bulanıklaşır ve ilerde toprağın inatçı karıncaları olan çiftçilerin tarlalarına hayat verir. Bu tarlalar geniş Hama (Epiphaneia) ovasının içinde sere serpe uzanır ve insanoğlu ile hayvan kardeşleri için yeşillik ve zenginlik yaratırlar.
                          Tıpkı Antakya’da olduğu gibi kadim uygarlık yaratmak isteyenlerce- ondan izin alarak-Hama şehri kurulur. Kutsal görevini yerine getiren Asi az sonra Jisr Al Hadid’de (Demir Köprü) kayalardan oluşan doğal engele çarpar ve ilk defa yolunu değiştirmek zorunda kalır. Asi batıya doğru yol alırken Antakya ovası da o noktada başlar. “Eee… asilik bir yere kadar”. “Seni alt edecek doğal rakipler çıkacaktı eninde sonunda” diyen Jisr el Hadid alaycı gözlerle onun gidişini seyreder. Doğal rakiplerin yanında insan ürünü barajlar da yol boyunca karşılar Deli Oğlan’ı. O’nu hapseder, içini köpürtür, kızdırır ve Oğlan, hışımla duvarları tam patlatacakken insanoğlu son seçeneğini kullanır. Asi’nin önünde daha fazla duramayarak baraj kapaklarını açar. Şimdi intikam zamanıdır. Tarlalara hayat vermekten zevk alan Deli Oğlan, Asi, tarlaları boğar, sessiz karıncaları ağlatır ve zenginlik kısa süreliğine balçıklar altında kalır. Sevgili nehrimiz baraj içindeyken ışık üretir ovalara, köylere ve şehirlere. İnsanlar medeniyet derler buna ancak kendisi pek sevmez bu ışıkları. Kör eder O’nu, yanlış yolu gösterir ve gücünü azaltır. Çünkü Deli Oğlan bir köstebek gibi karanlıkta akmayı sever; sessiz, derinden ve yatağını ıslata ıslata. Tıpkı atalarının milyonlarca yıldır yaptıkları gibi. Deli Oğlan Asi insan eli ile konmuş ülke sınırı ile dalga geçe geçe ilerleyip son dinlenme molası Amik ovasına varır. Sınırın farkına bile varmaz. Onun için Lübnan ve Suriye ne ise Türkiye de öyledir.
                      Deli Oğlan yakın zamana kadar kuşları davet eder, suyundan ikram ederdi günün her saatinde. Sonra onlarla muhabbet eder, kıyısında yumurtlamalarına izin verirdi. Nehirden sıkılan kuşlar göle atardı kendini. İçinde çimer, bebeklerini besler ve dünya dönüp mevsim güze gelince efendilerinden izin isteyip başka diyarlara göç ederlerdi. Tam 324 kuş çeşidi Asi ile beslenen gölde yaşarlardı. Koyun koyuna. Bir gün Deli Oğlan, Asi, Amik ve misafirleri kuşlar büyük bir felaket ile uyanırlar. Dost bildikleri insanoğlu ellerinde garip aletlerle Deli Oğlanın yolunu kesip kanallar açıyor, setler çekiyor, yatağını değiştiriyor ve Amik’in suyunu boşaltıyorlardı. Üzüntüden kahrolan nehrimiz direnişe başlar, yağmur tanrısı Zeus yardıma koşar ve her zamankinden fazla yağmur yağdırır. Ama nafile. Amik kuru bir tarla olmuştur artık. Asi yolunu kaybetmiştir. İnsanoğlu kısa sürecek zaferin tadını çıkarmaya başlamıştır bile. Kutlamalar yapılırken Sibirya kökenli Küçük Çinte, Ada martısı, Çöl kuyrukkakanı ile beraber birçok kuş gözyaşları içerinde geride bıraktıkları yuvalarına baka baka vatanlarından göç ederler. Kimisi dayanamayıp tükenir. Göl, gövdesinde taşıdığı Deli Oğlan’dan ayrılır. Susuz kalan koca koca sazanlar da güneş altında çırpına çırpına can verir. Ördekler vak vaklamayı bırakıp balçıklarda gözden kaybolurlar. Zaferinden emin olan insanoğlu talana başlar. Ölümden ganimet devşirmeye başlar. Gölün toprakları çevrilir, terbiye edilir ve ekilir. Diplerine fenni gübre dedikleri zehirli besinler ve üzerlerine güya ilaçlar saçılır. Deli Oğlan omuzları düşmüş bir şekilde Antakya’ya varır ancak felaket burada da devam etmektedir. Altından başı dik geçmeye alışmış olduğu Roma Köprüsü selama durmamaktadır artık. Köprü öldürülmüş yerine betondan sahtesi dikilmiştir. Amaç aşık oğlanı cezalandırmaktır. O’nu memleketinde bir yabancı gibi hissettirmektir. Bir zamanlar O’nu su değirmenleri, çamaşırcı kadınlar, defne sabunu ile yıkanan çocuklar, çınar altlarında kahvehaneler, içinde düğün dernek kurulu bostanlar, Arapça, Türkçe, Ermenice, İbranice şarkılar karşılardı. O zamanlar henüz Asi ile şehir arasındaki bağ kopmamıştı. Çocukların topları ve misketleri nehre düşüyor, kenarında balıkçılar ağlarını atıyorlardı. Yaz akşamlarında söğüt dalları arasında tavla atan heyecanlı gençlerin sesleri kurbağaların seslerine karışıyordu. Su değirmenlerinde âşıklar tesadüf süsü verilen buluşmalarla kısa süre de olsa zevkin doruklarına çıkıyorlardı. Eşeklerin üzerinden buğday yüklerini indirirken birbirlerine yardım etme bahanesi ile sevgililer birbirlerinin kokusunu çalıyorlardı. Eller ve gözler kazara birbirine değiyor, bir sonraki buluşmanın sözü alınıveriyordu bir anda. Hele değirmenci ortalıkta yoksa delikanlı gözünü karartıp yârin yanağına bir öpücük kondurabiliyordu. Bir sonraki buluşmaya kadar onları sakinleştirecek, teselli edecek öpücüklerdi bunlar. Deli Oğlan, Asi artık bu sahneleri göremez olmuştu. Üstelik vücuduna bilmediği maddeler katılmaya başlanmış, kokmuş ve hastalanmıştı. Şimdi O’na kalan tek çare tuzlu suya ulaşmak ve beyaz deniz içinde ölmektir. Antakya’dan geçerken denize, aşkına kavuşup ölme vaktinin geldiğini hisseder ve bir anda 50 metre birden alçalır. Vücutların birbirine tam kenetleneceği sıkı bir kucaklaşma için yârin seviyesine inmek gerektiğini bilir. Bu kalp çarpıntısı ile Dafne köylerinden geçer. Kalan son zenginliklerini bahçelere hediye eder. Defne ağacına dönüşmüş olan kralın güzel kızı Daphne Deli Oğlan’ın zayıf haline pek üzülür. Gövdesi ve dalları zayıflar, meyveleri küçülür ve hastalık Dafne’ye de bulaşır. Süveydiyye ovasında mandalinaların mis rayihaları azalır, sebzeler yosun yeşilinden sarı yeşile döner. Tatları da buruklaşmıştır. Deli Oğlan bitkin de olsa deniz tanrısı Poseidon’un sesine doğru yol almaya devam eder. Sonunda O’nu gözü yaşlı bekleyen ulu sevgilisi, deniz ile kucaklaşır ve içinde kaybolur. Ancak deniz için başka bir tehlike beliriverir o anda. Deli Oğlan’ın kirli hali O’na da bulaşmıştır. Deniz zaten yüzlerce hastalıkla boğuşmaktaydı. Şimdi hastalık ölümcül bir hal almıştır. Günler sayılı. Ancak insanoğlu hastanın yanı başında gülerek hayatına devam etmektedir.


Ateş Mehmet
mehmettates@yahoo.com