26 Ağustos 2018 Pazar

Belcika-Antakya Karayolu Yolculugu- 5. Gün. Son


“Habbaytik bi sayf habbeytik bi siti. Natartek bi sayf natartik bi şiti. Va3yünnek il sayf va3yünek il şiti… “ (Yazin da sevdim seni kisin da. Yazin da bekledim seni kisin da. Gözlerin hem yaz hem kiş. Fayruz). 

Romanya Bulgaristan siniri, Kalafat gümrük kapisindaki tampon bölgede gecelemeye karar veriyoruz. Gece yarisina gelmis yorgunluk önce gözlerimize cökmüstü. Yüzlerce TIR`in gece boyunca gecis yaptigi alanda uykuya dalmak hic zor olmadi. Sabahin erken saatinde agac kesme hizarinin cikardigi seslere benzeyen seslerle uyandim. Pencereden baktigimda sirtlarinda ilac deposu asili isciler TIRlari Bulgaristan`a girmeden önce ilacladiklarini görüyorum. TIRlar arasinda dolanan arilar gibiydiler. Arkamizda konaklamis olan Ahmet`in yanina gidiyor ve iceriye göz atiyorum. Uyanmis, ayaklarini ön koltuga atmis kitap okuyordu. Beni görüyor ve gulerek; “Ask kitabi” diyor. Sabahlari
gülüp espiri yapan insanlara bayilirim. Yasam asklari genelde yüksek olur. Islak otlarin arasinda cayimizi hazirliyor ve yumurtalari kiriyoruz. Cay kokusu iyi geliyor. Antakya kirma zeytini de öyle… Ahmet ve Cagdas söforlük üzerine atismaya basliyorlar bir anda. Ne oldugunu anlayamiyorum. Sesler yükseliyor. Kavga cikti diye saskinlikla bakarken Ahmet bir anda ayaga kalkiyor ve; “Bulasiklari ben yikayayim“ diyor. Cagdas evinde imis gibi, „benim mutfagimda baskasi bulasik yikayamaz“ diye itiraz ediyor ama
Ahmet işe coktan baslamisti. Bu sirada komik deneyimlerini anlatmaya basliyorlar. Kahkahalar… Yolculuk sirasinda soförlerle ilgili fark ettigim ilginc bir birsey var. Bu insanlar en kücük seyler icin hem kavga edebiliyorlar hem de doyasiya gülebiliyorlar. Küfür bir iletisim sekli ve küfürlerdeki kelimeler asla ilk anlami ile kullanilmamaktadir. Ahmet sikayetlenmeye basliyor; “Abi bu kamyoncularin hepsi din, politika, bilim, uzay, seks vb. konularda uzman profesör. Havada ucak görseler ona el isareti yapip pilotun yanlis sürdügünü iddia ederler. Atmasyon süper diyor. Aklima askerlik anilari geliyor. Orada da benzer bir
davranis sekli vardi. Acaba can sikintisi, darlanma ve toplumdan uzak yasam böyle davranislara ve ruh haline mi sokuyor insanlari? Ahmet yine sikintili görünüyor. „Ne oldu diyorum?“ Abi, „benim dertler cok. Esimden bosanmak icin 4 senedir yargitay kararini bekliyorum. Kendimi hapiste gibi hissediyorum. Cocugumu da göremiyorum.“ Üzülerek bakiyorum ve rahatlacak birsey söylemeye calisiyorum. Gec gelen adalet adalet degildir diyor kizginlikla. Bu nasil iş amk? Eri fiş…. Platonik ask, bosanamama, cocuk özlemi, anlatamadigi bir
sürü sey daha ve TIR söförlügü… Cok fazla… Ahmet iyi dayaniyor bence… Direncli. Yola cikiyoruz arka arkaya. Cagdas her zamanki gibi Tako km hesabi yapiyor. Hedef daglarin arasindaki havuzlu bir dinlenme tesisine varmak. Hedef büyük ve heyecan verici. Cagdas, „Mehmet direksiyona gec“ diyor. Kulaklarima inanmiyor. şöö (nee?) diye cevap veriyorum. TIR sürmeden TIRciligi anlayamazsin diye. Kisa bir kurstan sonra direkson basinda 17 metrelik araci sürmeye basliyorum. Hafif! Inanilacak gibi degil. Cagdas hem sakince bilgi veriyor hem de arada bana üzüm vererek rahatlatmaya calisiyor. Ondan iyi sürücü hocasi olur. Kendime sasiriyorum ve 80 km sürdükten sonra koca TIRi Cagdas`a devrediyorum.
“Artik bizdensin” di
yor. Gülüsüyoruz. 

Kesintisiz yol gidiyoruz. Kivrimli ve yokus. Bulgaristan`in fakirligi binalarindan, yollarindan ve arabalarindan belli oluyor. Kirsal kesim fakirligini daha da belli ediyor. Ancak cömert doga,
evlerin güzellikleri, verimli bahceler ve bolcana elma aslinda bu insanlarin zenginlik icinde olduklari hissini uyandiriyor. Dolce vita adli havuzlu tesislere ulasiyoruz. Cagdas ve Ahmet oradaki dost ve tanidiklarla muhabette daliyor. Yol ve is durumlari konusuluyor. Emanetler birakiliyor, emanetler aliniyor. 25 yildir Bulgaristan`da is yapan ve
Bulgar bir kadinla evli olan Istanbullu mekan sahibi soförlere yardimci olma konusunda ünlen salmis. Fiyatlari da cok makul yapmis. Zaman zaman ilk yardim yaptigi ve hasta olanlari hastaneye götürüp baslarinda bekledigini anlatiyor Cagdas. „Ne yapacan? Insani görev. Sen olsan sen de yaparsan mütevaziligi. Soför arkadaslar zor isler yapiyor. Tabi onlarla bas etmek de kolay degil“ diyerek gülüyor. Cagdas`a sana zahmet dönüste bana 10 kg kadar Antakya pul biberi getir. Burasi TIR dinlenme yeri degil. Normal halkin geldigi restoran, otel ve yüzme havuzu. Bu yüden cok temiz, düzenli ve konforlu. Kendimize kiyak geciyor ve havuza giriyoruz. Normal halkin arasina geri dönmek ilginc geliyor. Ankarali genc bir soför
yanimiza oturuyor. Bol bol Ingilizce dövmesi var. Kolundaki kocaman harflerle yazili; „There is always hope“ dövmesini okuyorum. Kavruk yüzlü, sakalli ve cekik gözleri ile; “Hic Ingilizce bilmiyorum abi” diyor. Utanarak; “Ama umut ile ilgili birsey galiba“ diyor. „Evet“ diyorum. „Her zaman umut var“ anlamina geliyor. Gülümsüyor. Ciddi görünmeye calisarak; „Ben de öyle düsünüyorum abi. Her zaman umut var“. Beraber leziz Bulgar kavurmasi yiyiyoruz. Bugün kendimizi ödüllendirme günü „28 saattir kesintisiz sürüyorum“ abi diyor. „Takograf kullanmiyorum ve bircok
sey yasal degil. Bati Avrupa`da yakalanirsam TIR fiyati kadar ceza öderim. Orta ve Dogu Avrupa`da yakalanirsam iyi cünkü rüsvetle halledebiliyorum“ diyor. Hayretler icinde kaliyorum. „Firman ne diyor bu konuda?“ diye soruyorum. „Bunu bana onlar yaptiriyor zaten“. „Kanser ilaci tasiyorum ve bekleyemem. Ceza riskini de aliyorlar. Milyonlarca dolarlik is yapiyorlar ama parami vermeye gelince para yok diyorlar. Istanbula varinca parami vermezlerse isten ayrilacagim. Bu isi cok seviyorum ama birakacagim”. Yine insan ve emek sömürüsü. Birsey diyemiyorum. Bu arada Kanser ve ilac yüklü kamyonlar gümrükte ve otoyollarda öncelikli. Hic kuyrukta bekletilmezler.
Ikinci öncelik yas meyve ve sebze tasiyan Termokingcilerde.
Sonra da tehlikeli madde tasiyanlar geliyor. En sonda ve en fazla bekletilen grup ise Tenteciler. Yani normal mal tasiyan ve TIRlarini tente ile kapatanlar. Bunlar itilmis kakilmis sinifta yer alan insanlar…
Su rahatlatiyor. Yorgunluk vucudumuzdan akip suyun icinde kaliyor. Son hedef olan Kapikule Gümrük kapisina ulasmak üzere hareket ediyoruz. Yola cikar cikmaz Cagdas`in telefonlari calismaya basliyor. Kapikuleden gecenlere yogunluk durumlarini soruyor. Kötü. Uzun kuyruklar var haberleri geliyor. Daglar uzun bir süre sonra bitiyor ve Sofya kiyisindan geciyoruz. Yollarda yesil cayirlarda otlayan hayvanlar, siklikla
ortaya cikan dereler ve nehirler yolculuga hos bir seyir katiyor. Aksama geldigimizde ay düne göre daha dolu idi. Fotograf cekmeye calisiyorum. Cagdas; „Böyle olmaz“ diyor, TIRi yan yolun ortasinda durduruyor ve „Simdi cek“ diyor. Böyle insanla yolculuk yapilmaz mi? „Allay ketter min emselek (Allah sana benzeyenlerin sayisini arttirsin)“ diyorum. Hinzirca göz kirpiyor. „Mehmet, seninle bu servisim (bu yolculuk) cok eglenceli gecti. Sonra cok sikilacam“ diyor.“Sen eglenceli bisey bulursun eminim“
diye cavap veriyorum. Gercekten de bulur. Kapikule Hudududan önce alisveris yapmak ve yemek yemek üzere Gazi lokantasi ve Marketine giriyoruz. Sahibi Antakyali Ahmet Tasar Tavayi (Tepsi Kebabi) yapiyordu. Canim cekti. Cagdas TIRindaki fazla mazotu ceza yememek icin Ahmet`in tankina aktarma isine daldi.  Bulgar bir gencle bayagi mücadele verdi. Her tarafi mazot icinde kaldi. Aktarilan bu mazotu Türk gümrügünü gectikten sonra tekrar kendi TIR deposuna aktaracakti. Türkiyeye girmeden önceki son market olan bu markette müsteriler azalmis. Zira Avronun yükselmesi ile buradaki hersey pahalilanmis. Soförlerden biri bundan sonra herseyi kamyonumuza
yükleyip Avrupaya gelecegiz. Burada birsey satin almak yok. Su bile. Gercekten de Bulgaristanda 1 euro olan bira artik 7 lira idi.
Kapikule Gümrük kapisina dogru geliyoruz. Kuyruk yaklasik 6 km. „Cagdas`in cani sikiliyor. „Sabaha gecersek iyi“ diyor öfke ile. Siramiza geciyoruz ve gidim gidim ilerliyoruz. Az sonra arkamizdaki bagrislari duyuyor ve aractan iniyoruz.  Zaten gergin olan ve beklemekten bitmis olan soförler kaynak yapmak istenlerle kavga ediyorlardi. Askili atleti ile Yozgatli yasli bir sürücü elinde lazer isigi ile öne gecenleri durdurmaya calisiyordu. Ayni anda da
bagirip küfürleri karanlik geceye savuruyordu. Cok yaratici küfürlerdi bunlar… Müdahalelerin birinde agiz dalasi kavgaya dönüsecekken araya Cagdas giriyor ve bir sekilde olay yatisiyor. Az sonra gülüsmeler ve sohbetler basliyor. „Kapikule sinir kapisindaki yigilma ve cile yillardir devam ediyor“ diyor Cagdas ve kizginlikla anlatiyor; “Bulgar tarafinda bes gise calisirken bizde iki gise calisir. Almanda memurlar kahvesini calisirken icer ve dakiktirler. Bizimkiler cay molasi verir. Ise gec baslar ve erken bitirirler. Yemek saatinde giseler kapanir. Insanlar Marsa gidiyor ancak biz bu sorunu yillardir cözemiyoruz.  Bu kapida iki-üc gün bekledigimi bilirim ben. Bir yandan da mal gönderenler zamaninda yetistiremedik diye sikistirir. Diger yandan biz gün kaybindan hem para
kaybimiz olur hem de dinlenme firsatimiz kalmaz. Belcika`dan buraya kadar nasil seri bir sekilde geldik gördün sen Mehmet! Ve korktugumuz basimiza geldi. Burada takildik“. Yine sorunun kökenine gidiyor aklim. Gümrükler ve sinirlar insan evlatlarini en cok acitan seyler. Ve medeniyet hala bu sorunu cözemedi. Bazi soförler kuyruga dayanamayip araclarini kenara cekiyor ve uykuya daliyorlar. Bir kisminin ise Takosu yani günlük sürüs süresi doluyor. Bu sayede sabahin 5inde Türkiye`ye giris yapabiliyoruz.  Soförler giris yaparken bircok kalemde ödeme yapiyorlar. Mesela kantar parasi 25 TL. Gümrük memurlarinin gece mesai ücretini TIRcilar ödüyor; 36 TL. Her adimda bir ödeme var a
ma yigilmayi engelleyecek personel alimi ve diger yatirimlar yok. Telef olmus sekilde aracimizi iki futbol sahasi büyüklügündeki TIR garajina sokuyoruz. Icinde her türlü dükkan ve hizmet var. Ancak cöp kovalari yok. Her yer cöplüklerle dolu. Yine de sabahin bu saatinde müzik dinleyip sohbet ediyoruz. Annuş söylüyor bu sefer; „Aah geceden geceden…“. Gümrükten gecince Cagdas rahatlamisti. Ben de…


Sabahleyin günes uyandiriyor bizi. Son kahvaltimizi ediyoruz. Yoldan gecen soförler caya geliyor. Anilar, hikayeler, dedikodular ve hayaller konusuluyor. Antepli 45 yillik soföre soruyorum.
Soförlük nasil? „Berbat diyor. Herkes bize hirsiz gözü ile bakiyor. Bizden kaciyorlar. Eskiden kendisi de soför olan isveren kötü davraniyor. Halbuki ben olmazsam o da olamaz. Bilmiyor mu bunu? Biliyor ama isine gelmiyor. O olmasa ben de olmam. Ici dolmus. „Konusturtma beni bilader. Filmin yetmez“ diyor.
Bu yolculuk da yetmez TIRcilarin hilkayesini anlatmaya ama simdilik burada kesiyorum. Bundan sonra yolculugum yine karayolu ile Edirne`den Antakya`ya kadar sürecek. Ve köyümde noktalanacak. Yani toplamada Belcika`dan Antakya`ya karayolu ile yaklasik 4000 km yol gitmis olacagim.
Cagdasla sarilip vedalasiyoruz. Sanki ev arkadasimdan ayriliyormusum gibi hissediyorum. „Mehmet, bugünku yaziyi geciktirme. Filmi de hemen yap merak ediyorum cok“ diyor el sallarken.
Bir yandan da TIRin icini temizliyor. Sonra da gidip kendisini temizleyecek. Ahmet`in TIRinda soför mahaline ayakkabilari cikararak giriyorum. Adet bu. „Ev ne ise burasi da öyle“ diyor Ahmet. Edirne otogarina beni birakirken bosanma meselesini anlatiyor. Gerisinde yatan toplumsal, kültürel, inancsal ve kisilik sorunlarini duyunca saskinligim ve Ahmet`e sempatim artiyor. Özel bir konu oldugu icin burada daha fazla yazamiyorum.
Cagdasla Ahmet`in zengin ve kivrak Arapcalarini, kirik Türkcelerini ve ictenliklerini özleyecegim. Hayata tutunmak ve basarmak icin gösterdikleri cabalar takdire deger. En
zor sartlarda bile baskasina yardim etmeyi görev biliyorlar. Sadakat ve kader ortakligi en cok önemsedikleri sey. Küfürlü konusmalari sevimli ve bunu hayatin sert iklimine dayanmak icin yapiyorlar. Bir dünyadan baska bir dünyaya seyahatim bitmisti. Alti aydir Almanya`da yasadigim bambaska bir hayattan sonra kisa ama yogun TIR yasami. Sonra bir hafta Antakya kültüründe soluk alip verecegim. Ve sonunda alti ay önce biraktigim Izmir hayatina geri dönecegim. Icine yeni tatlar ekleyerek. 
TIRla seyahat bu isi yapan insanlarin yasam alanlarina ve ic dünyalarina girmemi sagladi.
Avrupa`da ve Türkiye`de tükettigimiz mallarin hangi zorlu süreclerden gectikten sonra bizlere ulastigini daha iyi anladim. Insan emegi, kullanilan yakit, doga kirliligi, ekonomik kayiplar ve ailelerden kopan soförler. Ve bu yüzden ithal mal kullanmanin pahali olmasina sasirmadim. Belki de bu yüzden yerelde üretmeli yereldekini tüketmeli. TIR soförlügü zor ancak bana kalirsa özgürlük firsatlari vaat eden bir meslek. Masa basi ya da fabrika isi yapacagima bu isi yapmayi tercih ederim. Her ne kadar ayni güzergah üzerinde monoton gibi görünse de her  bu is cok kolaylasir. Soförlerin can güvenligi ve sosyal haklari korunmus olur. Firmalarin hizli bir sekilde servis talebi ve kar etme hirslari durudurulabilirse bu is yapilabilir ve zevkli hale gelebilir.
an bircok sürpriz sunabiliyor size. Bircok kültürden soförle karsilasma ve böylece dünyali olma sansina sahip oluyorsunuz. Bati Avrupa standartlari (AB) yakalanabilirse
Edirne`den otobuse biniyorum. TIR konforunu ariyorum. Özerkligimi… Yanimdan TIRlar
geciyor. Soförler her zamanki gibi sessiz. Yanlarinda olmak istiyorum…  Otobüste muavin yolcu kavgasi cikiyor. Ben yazimi bitirmek üzereyim.
Dolunay bitti. Ayin baska bir evresi basliyor. Yasam gibi… Alla mi3kin ye şebeb (Allah sizinle olsun gencler : ) 




25 Ağustos 2018 Cumartesi

TIR Yolculugu 4. Gün


4. Gün
“Hangi gümrükte bas kaldiracagimizi biliyoruz…“
Macaristan`da Keskin TIR Parki lokantasinda kahvalti yapiyoruz. Bircok ülkeden soför
molayi burada veriyor. Gözleri mahmur sessizce corbalarini iciyorlar. Yayla corbasini özlemisim…
Cagdas kahvaltida kuru fasulye yeme gafletinde bulunuyor ve gün boyu karninda sanci yolculugu zorlastiriyor. Lokantanin sahibi Bolulu Faruk hoca emekli bir ögretmen. Soförler tarafindan cok seviliyor. Burada bu isi yapmak nereden aklina gelmis?
Macaristan Romanya arasindaki 400 kmlik yolu keyifli bir sekilde geciyoruz. Aarkamizda Ahmet. Sinirlarda cok beklemiyoruz. Cagdas sasiriyor; ”ilk defa rüsvet vermeden buraya kadar geliyorum. Sans getirdin Mehmet“ diyor. “TIR isini niye yapiyorsun?“ diye soruyorum. “Para icin“ diyor ve hikayesini anlatmaya basliyor. “Askerden sonra Sudan`da, Arabistan`da ve Türkiye`de farkli islerde calistim. Ancak aldigim para tatmin etmedi hic. En sonunda baba meslegini yapamaya karar verdim. Bu isin zorluklari cok ama parasi fena degil. Bir de hayal
edemeyecegim, hic gidemeyecegim Paris, Venedik, Londra, Berlin gibi bircok sehirleri ve ülkeleri görme firsatim oluyor. Bu cok degerli bir sey benim icin.“ “Insanlarin kamyonculara karsi davranislari nasil? Önyargilar var mi?“ diye soruyorum. “Biz kamyoncu degiliz, TIRciyiz diye düzeltiyor beni. Kamyoncular farkli TIRcilar farkli. Kendisi aciklamamiyor ama mesleyi anliyorum. TIRcilarin statüsü daha yüksek demek istiyor. Kizdinlikla anlatmaya basliyor. “Kamyonculara karsi da TIRcilara karsi da önyargi var. Ne zaman kaza olsa
bizler suclaniriz. Otomobil hizli gider. Hatali sollama yapar. Sonra TIRin altina girer. Aksam TVllerde, „TIR otomobili bicti“ diye haber yapilir. Bu haksilik. Elbette bizlerin arasinda da cok hata yapan var. Mükemmel degiliz ama her zaman da suclu olan biz degiliz.“
Romanya`da alti dil bilen ve Cagdasin ahbabi olan Antakyali Ata Ustanin lokantasinda Antakya yemekleri yemenin keyfini cikariyoruz. Cagdas otostop yapan turist rolü oynamami istiyor. Ata Usta ile sürekli ingilizce konusuyorum. Arapca ve Türkce ögrenmis olan  Romen esi oradan oraya kosturarak soförlere servis yapiyor. Her söfore kendi dilinde hitap ediyor. Ata Usta benimle Arapca aksani ile Ingilizce
konusuyor. Herkes etrafimi sarip bana yardimci olmak istiyor. Ben dayanamayip gülüyorum. Ata Usta da gülüyor ve `biliyordum. Turist olmadigini biliyordum` diyor. Yan masada gercekten otostopla gelen bir Ispanyol genc kadin soförle yemek yiyiyor. Ancak birbirlerinin dillerini anlamakta zorlaniyorlar. Cagdas; “Kamyon ve TIR soförlerine güvenebilirsin. Durdurup yol sorabilir. Arabanda sikinti varsa yardim isteyebilirsin diyor. Hem becerikliler hem tecrübeliler. Bir de yardimci olmayi cok severler.“ Sonra facebook hesabinda daha önce kendisine otostop ceken Polonyali, Ingiliz ve Alman genc insanlarin fotograflarini gösteriyor. “Bunlarla halen arkadasiz ve arada yazisiyoruz diyor
gururla”. Ve ekliyor; “Onlara kültürümüzün yemeklerinden pisirdim. Cok mutlu oldular. Polonyalilar dilleri olan lehcede Karpuza Arpuz diyorlar. Max`den ögrendim. Ilginc gelmisti bana. Böyle insanlari aracima alarak farkli kültürleri taniyorum.” diyor. Ahmet derin düsüncelere dalmisbizi dinlemiyor. “Hayr insalla (Hayirdir insallah) Ahmet?” diye soruyorum. “Dert cok. Hangisini anlatayim? “Ask mesk?” diyorum. Gülüyor. “Abi platonik daha.” diye cevap veriyor. Az sonra Cagdas ve Ahmet`e yazi yayinda diyorum.  Seyahat ile ilgili son yazimi
okumak icin telefonlarina daliyorlar. Yüzlerinde tebessüm olusuyor. Aliskanlik oldu. Her günkü yaziyi merakla bekliyorlar.

Oradan cikip Romanya daglarina tirmaniyoruz. Muhtesem bir doga, nehirler, geleneksel
hayatin devam ettigi köyler, sokaklarda oturan, at arabasi süren insanlar, caddelerde oynayan cocuklar, ilginc köy kiliseleri, meyve ve sebze bahceleri, yollarda dolanan sokak hayvanlari ve eski
ama renkli, bol figürlü evler bu bölgeyi cok özel bir yer kiliyor. Ben cok sevdim… Her gün yaptigim gibi Cagdas TIRi sürerken ben yan tarafta yazimi yaziyorum. Bir ara köyden gecerken Cagdas bana laf atti. Belli ki cani sikilmis muhabbet istiyordu.  “Ama Mehmet, sen yazarken cok sey kaciriyorsun.” Sift el cahse (esegi gördüm)” diyorum. Saskinlikla; “kafan önünde yazarken nasil gördün? Skif?” (nasil)  diye soruyor. “Ene Duri (ben kusum)” diyorum. “Kacirmam.”
Daglarin arasinda kurulu sahibi yine Antakyali (Defneli) olan Güzel Vadi TIR dinlenme tesislerine geliyoruz. Bu alanda büyük bir lokanta bulunuyor ve etrafinda yüzlerce TIR park halinde bekliyor. Soförler Tako molasi (3 saate bir yapmak zorunda olduklari mola)  veriyorlar.  Lokantanin icinde masalarda dinlenen soförler, yemek kuyrugu, sans oyunlari makineleri ve bir kenarda oturup muhabbet eden hayat kadinlari var… Bu tesislerde herkes mutlaka bir arkadasina yada dostuna rastlaniyor. Ayaküstü sohbetler,
sakalasmalar, bel atli espiriler… Cagdas`in yanina aylar önce dag basinda yardimci oldugu Diyarbakirli genc bir söfor cocuk geliyor. Iyiligi unutmamis. “Nasilsin Cagdas abi?“ diye soruyor.
Cagdas duygulaniyor. Orada calisan, TIR yikayan Romen Sori burada kala kala Türkceyi akici bir sekilde ve aksansiz konusmayi ögrenmis. Onu Türk sandim. Herkesin takildigi tesislerin maskotu olmus. Hayat kadinlarindan biri kirik bir Türkce ile onunla dalga geciyor; “Sori TIRlari güzel yikiyorsun ama sende is yok.“  Sori küfür ede ede oradan uzaklasiyor. Millet kahkahlar atiyor.  Az sonra Türkiyedeki döviz krizi ve tasimaciliga etkisi konusulmaya baslaniyor. Bir soför; “benim firma en az 100 bin Euro zarar etti. Yeni kamyon ve soför alimini gelecek seneye kadar durdurdu“ diyor. Soförler Euro harcamayi en aza indirmeye calisiyorlar. “Yurt
disinda iken su almaya bile cekinir olduk. Bir dus 4 avro, 28 TL yapiyor“ diyerek devam ediyor. Bala biyikli ve yasli baska bir soför; “Güzel cek güzel yaz buralari. Hayatimizi herkes görsün ve okusun“ diyor. Sori de söze giriyor; “Gece kalsaydin yukaridaki müzikli eglenceyi kacirmazdin. Komsu köylerden kizlar geliyor hem de…“ Kamyoncularin her acidan rahatladigi daglarin ortasindaki bu mekandan dünya ve hayat tuhaf görünüyor. Burasi mi tuhaf orasi mi? Anlayamiyorum…Gidecegimiz güzergah üstünde kaza oldugu haberi geliyor. Bu yüzden yola gecikmeli cikiyoruz. Tam binerken lokanta sahibi hayat kadinlarindan birini yol üstündeki evine birakmamizi rica ediyor. Yazmak ve belgesel filmim icin güzel bir firsat diye
düsünüyorum. Ondan izin alip sohbetimizi kayit altina aliyorum. Az Türkce az ingilizce ve az Almanca biliyor. Ismi Ana, 21 yasinda. 1 ve 3 yaslarinda iki cocugu var. Kocasi kendisini terk edip Almanya`ya gitmis. Annesi ölmüs, babasi ise depresyonda…”Baska bir iste calissam en fazla 200 Euro kazanirim. O zaman gecinemeyiz.” diyor. Güler yüzlü ama utangac bir hali var. Yaptigi seyi tüm isler gibi siradan bir is olarak görüyor. Daglarin arasindan bol dönemecli yollardan gidiyoruz. “TIR soförleri bana cok iyi davraniyorlar. Hic sikayetim yok. Onlar iyi insanlar” diyor. “Ben baska ülkeye gitmek istemem. Burasi cok güzel diye de” ekliyor. Cagdas; “bu is kötü degil mi neden yapiyorsun?” diye soruyor. “Bütün islerin kötü tarafi var.” diye cevap veriyor. Az sonra komunist dönmeden kalma bircok binanin da oldugu nehir kenarinda bir kente variyoruz. Ana; “ben evime geldim“ diyor. Gülümseyerek ve minnettar bir sekilde bize tesekkur ediyor. Ve aractan iniyor… Ben ve Cagdas saskinlik icinde birbirimize bakip sessizlige bürünüyoruz…
Yol bizi Romanya ve Sirbistani birbirinden ayiran Tuna (Danube) nehrine getiriyor. Kocaman
nehir, gün batimi ve iki ülkeyi birlestiren köprü. Köprüde gecmeyi bekleyen sayisiz arac. Biraz ilerleyince genis Tuna nehri kiyisindaki plajlar, kiremit catili yazlik evler, kiyidaki cesit cesit agaclar ve suya dokulmus yapraklari... Bu gece dolunay var...


24 Ağustos 2018 Cuma

Belcika-Türkiye TIR Yolculugu-3. Gün


“Doguya yaklastikca kurallar gevsiyor. Biz de gevsiyoruz. Macaristan`da basliyor hersey…“
Cek cumhuriyetine yaklasirken Cagdas gerilmeye basliyor. ”Burada polis ve görevliler kontol icin en fazla Türk tirlarini durdururlar. Ve senden rüsvet almadan gecmene izin vermezler. Sende illa bir hata bulmaya calisirlar.“ Bu defa olmayacak diye umutlaniyoruz ancak sinira yaklasirken arkamiza polis otosu takiliyor. Korkulan basa geliyor. Polis bizi kenara cekiyor. Cagdas sortunun cebine 5 ve 10luk Eurlari hazirlamisti zaten. Polis, Türkce “merhaba” diyor. Cagdas en sevimli halini takinmaya calisiyor. Cek Cumhuriyeti ile ilgili bildigi her seyi komik bir sekilde siraliyor. Milan Baros, Cek republic, Prag, Dobra… diyor ve poliste sempati yaratmaya calisiyor. Tüm kontroller bitiyor ancak polis en ufak bir acik bulamiyor. Bu yüzden 1 kg üzüm ve iki incirle yirtiyor Cagdas. Polisler mutlu oluyor. Cagdas, “Iletisim önemli yoksa bende illaki bir hata bulurlardi“ diyor ve özelestirisini de yapiyor. “Gerci bir yandan haklilar cunku biz Türkiyeli soförler kurallara ve nizama pek uymuyoruz.“
Yola cikar cikmaz Ahmetten kaza haberi aliyoruz. Macar sinirinda Polonyali bir TIR soförune
sürtüyor ve adamin aynasi kirilip dorsasi ciziliyor. Ahmet`in kamyonunda ufak cizikler. Ahmet yine de bize yetisiyor ve yari küfürlü bir sekilde olayi anlatiyor. Ancak iki dakika sonra herseyi unutuyor. Macar parasini daha iyi fiyata para bozdurmak icin tarlalarin ve ormanin icinden gecip yarim saat icinde baska bir döviz bürosuna ulasiyoruz. Cagdas biyik altindan gülerek konusuyor; “Kamyonculari kimse kaziklayamaz.“ Para kazanmanin ve onu korumanin ne demek oldugunu bir daha anliyorum. Ahmet yanici madde
tasidigi icin bizimle ayni yoldan gelmemesi gerektigini biliyor ancak yine de vaz gecmiyor. Tehlikeli madde tasidigini gösteren TIR arkasindaki turuncu isareti kapatip bizimle ayni yoldan geliyor. “Le eri“ diyor.  Anlamistim. Ahmet espiri yapmadan ve küfur etmeden bir cümleyi biteremez. Ancak bu sirada elindeki sigarasini gizleyerek iciyor. Sasiriyor ve nedenini soruyorum. “Cünkü sigara icmek ayip“ diye cevapliyor. Siradisi bir paradoks. Bu arada hareket etmeden önce bu yollara yabanci olan Iranli bir kamyon söfor Cagdasa Türkce ile yol soruyor. Cagdas ona nerelerden gececegini tek tek yaziyor ve uyariyor; “Aman ha! Evraklarda hatali seyler yazma. Macarlar yalnis bir harfi bile affetmez. Din iman yok bunlarda…“ Adam mütesekkir bir sekilde basi ile tamam diyor. Budapesteye dogru yola cikarken Cagdas`in yüzünde yardim etmenin huzuru ve keyfi okunuyor.
Havalar cok sicak. Cagdas`in etrafi atistirmaliklarla dolu. Uzun kolu oturdugu yerden
meyveye, suya, ayrana, cereze ve bisküvilere kolaylikla gidiyor. Ayni müzigi degistiriyor ya da telefonunu kurcaliyor. Dostlarindan gelen komik mesajlari okuyor. Semira Tevfik`in Hub el esmer ceneni (Esmerin aski beni deli ediyor-Arapca) sarkisi basliyor. Yüksek sesle eslik ediyor. Hayat dolu ve eglenceli bir adam bu Cagdas. “Bunlar olmasa canimiz cok sikilir, yol gecmez” diyor.  Sonra Almanya, Belcika ve Ingiltere`de yasayan köylülerine mutfak gidalari ve esya tasima isini
anlatiyor. “Yaklasik 40 aileye Antakya`daki köyümüzden (kendi ailelerinden) zeytinyagi, bulgur, nar eksisi, salca hatta kimi zaman sogan ve ceviz alip buralara tasiyorum. Tabiki ücret almadan… Iyilik icin… Köyün hepsi akraba sayilir. Kimseye hayir diyemem. Ama TIRin dorsasina yani arkasina birsey koyamayacagimi insanlara bir türlü anlatamiyorum. Sadece yedek yatagima esya alabiliyorum. Adam 30-40 kg esya ile geliyor, “Cocuguma götür” diyor. “Bunlar fazla” diyorum. “Ne olacak? Kocaman TIR bu” diyor. Deli oluyorum. Köylüler Cagdas`a hizmetinden dolayi minettar ama bazilarinin onu sadece esya göndermek icin hatirlamalari da canini sikiyor. “Benim icin akrabalik ve dostluk önemli. Karsiliginda insani iliski istemiyorum” diyerek köylülerinden beklentilerini anlatiyor.
Hava karariyor. Yorgunluk omuzlara biniyor ve telas basliyor. Kamyoncularin Macaristan`da ve bircok ülkede beyyetlemek (kuslarin uygun bir yerde gece uykusuna dalmasi-gecelemesi) icin park yeri bulma sorunlari var. Parklar yetersiz ve elbette Almanyadakiler gibi genis, konforlu ve temiz degil. Budapeste`ye girmeden bir park yeri buluyoruz. Kurallari cigneyip Ahmetle beraber iki TIR kamyonunu yasak yere park ediyoruz. Cesme basina. Karanlikta cesme basinda oturan bir adam ve yaninda hayat kadini az sonra restorana giriyorlar. Gariban görünüslu baska bir adam bizden para isitiyor. Evi ve kimsesi yokmus. Cagdas yemek veriyor ve para veriyor. Eski ve kirli kiyafetleri ile adam kamyonun önünü yikiyor ve camlarini siliyor. Cagdas, “herife bak, culsuz görünüyor ama Almancasi cok iyi” diyerek saskinligini ifade ediyor. Sessilesiyor. “Böyle insanlara yardim edince cok huzurlu hissediyorum…”
Sandik mutfagimizi aciyoruz. Cagdas patatesleri kizartirken ben kamyonun su deposunu
cesmeden dolduruyorum. Ahmet sofrayi kuruyor ama ayni anda espirileri ve küfuleri de salliyor. Yemek hazir. Baska bir soför Erzincanli Cengiz abi geliyor. Sariliyorlar. Sohbet basliyor. “20 yildir TIR soförüyüm. Aslinda cok zor bir meslek degil ama Kapikule sinirinda bazen iki gün beklemek zorunda kaliyoruz. Tabi bir de cocuklarimiz biz olmadan büyüyor. Cagdas `evet` diye basini salliyor. Hüzünle anlatmaya devam ediyor… “Mesela benim 22 ve 20 yaslarinda bir kiz bir erkek iki cocugum var. Onlari anneleri büyüttü ve benim para vermek disinda onlara bir katkim olmadi. Cocuklarimin ellerinden tutup parka, sinemaya, tiyatroya ya da havuza götürme sansim olmadi. Aci bisey ama ne yapacaksin?“ Bu sirada telefon caliyor. Cagdas`in cocuklari Zihni (9 yas) ve Ali Emin (8 yas), emekli TIR Soförü babasi ve annesi görüntülü arama yapiyorlar. Cagdas; “dal 25 yevm (25 gün kaldi)“ diyor cocuklarina. Anne dualara basliyor; “Allay kün mi3ek (Allah seninle olsun), allay vasslek bihayr (Allah seni hayirlisi ile ulastirsin), Allay 3iynek ye ibni (Allah yardimcin olsun oglum)“ diyor. Cagdas kisa kesiyor. Herkesi öpüyor ve sürmeye devam ediyor.

Cengiz abi “Gel hocam“ diyor ve sofradan kalkip yürümeye basliyoruz. Az sonra bulundugumuz tepeden vadi icinde kurulu olan Tatabanya kentinin isiklarini seyre daliyoruz. Cengiz abinin ruh hali degisiyor ve gururla anlatmaya basliyor. „Bir oglum endustruyel mühendisligini bitirdi. Kizim da devam ediyor üniversiteye“. O da bitirince emekli olacam. Sonra da Istanbul`u terk edip Erzincan Caglayan`daki köyüme yerlesecem. Daglar arasinda ve yesillikler icinde bir köy evi yapacam kendime. Bahcem olacak ve sebze yetistircem. Bizim oranin kuru fasulyesi meshur. Sehrin tepelerine bakiyor ve Caglayan`da sellale basinda alabalik yedin mi? diye soruyor. Evet diyorum. Kiremitte tereyagli. Gülümsüyor. “Bu meslekte eski ve simdi arasinda ne fark var?“ diye soruyorum. „Hersey“ diyor ve yarasina basmis gibi kirik kalple anlatmaya devam ediyor. “Yollar, kamyonlar ve tessiler daha iyi ancak iliskiler bozuldu. Eskiden biri yolda kalinca herkes durup yardimci olmaya calisirdi. Simdi öyle degil. Tabi yine de biz arkadaslar arasinda bu dayanisma devam ediyor.“ Yanimiza yaklasip muhabette katilan Cagdas devam ediyor. „Tasimacilgin kanununda var; beraber gittigin arkadasini ne olursa olsun birakmayacaksin. Basina bir is gelebilir.”  Cengiz abi basini salliyor.
Orman yanindaki cesme basinda dislerimizi fircaliyor ve ayaklarimizi yikiyoruz. Kamyonlarimiza geri dönüyoruz. Uyku vakti. Yarin 10 yapacagiz. Yani on saat yolculuk. Bulgaristan. Havuzda yüzme ve Antakya (Tlel usülü) restoranda yemek bizi bekliyor. TIR kapisini kapatip basimi yastiga koyuyorum. Cesmeden su sesi ve yoldan kamyon sesleri geliyor. Pencereden disari bakiyorum. Yoksul ve celimsiz adam tasin üzerine oturmus sigarasini iciyor…