27 Kasım 2015 Cuma

Şatolar ve Renkler; Bükreş


Dünyada kaç tane Doğu'nun Paris'i ya da Küçük Paris var bilmiyorum ama Bükreş bu ismi hak etmek için bayağı bir çaba sarf etmiş. Bu benzerliği yaratmak hatta Paris’ten daha çekici olmak için Komünist lider Çavuşesku bakın neler yapmış? 1984’de Şanzelize sarayını örnek alıp bu kentin yüksek tepesine ondan daha devasa bir saray yaptırmış. 1100 odalı sarayın balkonundan bugün sonsuz bir şekilde uzanan bulvarı yaratmak için yedi mahalleyi halkın itirazlarına rağmen zorla yıktırmış. Ve sonunda yeniden tasarlanmış bir Bükreş yaratmış. Herhalde sarayın kocaman balkonuna çıkıp önünde sonsuz bir deniz gibi duran Bükreş’i seyredince kendi eseri ile gurur duymuştur.
Pentagon'dan sonra dünyanın ikinci büyük binası olan bu saray aynı zamanda parlamento binasıdır. O kadar büyük bir bina ki yüzde 5ini gezmek için yarım günümü harcadım. Romanya'nın ve dünyanın farklı yerlerinden getirtilen mermer, ahşap, ipek ve cam ile yaratılan devasa ebatlardaki salonlara girdiğinizde insanoğlunun
çılgınlığı, güç ve ihtişam arzusunun geldiği seviye ile hayretler içinde kalıyorsunuz. Bu salonlar ve balkonlar kimleri ağırlamamış ki. Yaser Arafat-Şimon Perez barış görüşmesini, Michael Jackson ve dünyanın birçok liderini.... Michael Jackson’ın balkondan yaptığı konuşmada Bükreşlilere söylediği; “Merhaba Budapeşte” sözü hala espri konusu olmaya devam etmektedir. Gerçekten de Budapeşte ve Bükreş her zaman karıştırılır. Sarayın ve parlamentonun devasa büyüklüğünden başım dönmüş bir şekilde soğuk mermerlere oturuyor ve uzak tavanlara bakıyorum. O anda kendimi sarayda bir sinek gibi hissediyorum. Peki insan neden böyle bir saray yaptırır? Üstelik halk büyük bir kıtlık yaşarken.
Çavuşesku bu saray ve parlamentoyu yapmakla kalmaz bulvar boyunca göz alıcı fıskiyeler yerleştirip Paris’teki Zafer Takının (Arc de Triomphe) aynısını büyük bir kavşağın ortasına diker. “Artık Bükreş Paris’ten daha güzel oldu” diye geçirmiştir içinden. Güzellik sadece ihtişamla olmuyor tabi ki. Bükreş’in Fransız hayranlığı yeni değildir. İki savaş arasında Bükreş ihtişamlı yaşam tarzı, moda ve eğlenceye düşkünlüğü ile “Doğu’nun Parisi” olarak isimlendirildi. Bu arada küçük bir not Çavuşesku sarayı tam bitiremeden ve içinde oturamadan devrilir. 
20 milyon nüfusu ile Romanya denilince akla sadece Çavuşesku gelmez. Buz dansı kraliçesi Nadia Komenençi de akla gelir. O Romanya'nın en büyük ulusal gururudur. Ama ben Çavuşesku’dan bahsetmeye devam edeceğim. Köylü bir ayakkabı ustası olan Çavuşesku her ne kadar ülkesinde diktatör olarak anılsa da ve 1989’daki halk devrimi ile alaşağı edilip karısı ile beraber kurşuna dizilse de Bükreş mimarisinde ve  kentin yeniden planlanmasında onun el izleri çok çarpıcı biçimde her
yerde gözlemlenebiliyor. Tarihi niteliklere sahip ve genellikle barok tarzı ile inşa edilmiş devasa büyüklükteki Ulusal Banka, Opera Binası, Sanat Müzesi, onlarca müzeye baktığınızda Bükreş’in kimliğinde en önemli değerin mimari olduğunu görürsünüz. Önceden alınmış izinlerle yüksek güvenlikli yerlerden geçerek mermer yüzlü bina olan Ulusal Merkez Bankasına giriyor ve paranın geçmişten günümüze kadarki serüvenini buradaki sergilerde öğreniyoruz. Lafı gelmişken Romanya kağıt değil plastik banknot kullanıyor. Oyuncak gibi ama güzel. Bu arada müzeleri gezerken heykellerine rastladığımız ve halk kahramanı olarak saygı duyulan bir çok şahsiyetin Osmanlılara karşı savaş kazanmış yada bağımsızlık savaşında liderlik etmiş insanlar olduklarını öğreniyoruz. Bu arada Romanya 1866 yılında Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanıyor. Gücü, şatafatı ve güzelliği yaratmak için büyük binalar inşa etmiş olan Bükreş çağımızın özensiz yapılaşmasına rağmen bu özelliğini hala direnerek korumaktadır.
Bükreşliler sadece kent mimarisi ile övünmediklerini ispatlamak için köy mimarisini öne çıkaran Ulusal Köy Müzesini kurmuşlar. 1925-1935 yılları arasında 10 bilim adamı bütün Romanyayı gezerek her bölgenin evini incelemişler

ve Bükreş’teki Nehrin kıyısına bu evlerin aynısını birebir inşa etmişler. Yani MiniTürk gibi maket değil. Bildiğiniz ev. İçerisine girip yaşayabilirsiniz. Hayatımda gördüğüm en güzel köy müzesi diyebilirim. Elbette evlerle ilgili  ilginç bilgileri levhalardan ve işine aşık, tarih ve Türkçe bilen yaşlı rehberden
öğreniyoruz. Romence dilindeki kelimelerin yüzde 5inin Türkçe olduğunu da bize kendisi anlatıyor. Onu dinlemeye devam ediyoruz. Dağ köylerinde yüksek duvarlı ya da yarısı yerin altında gizli olan üstü otlarla kamufle edilmiş evlerin Moğol, Tatar ve Osmanlı akınlarından korunmak için yapıldığını öğreniyoruz. Victoria caddesi üzerinde göz alıcı binada kurulmuş olan Ulusal Köylü Müzesinde ise köy hayatına dair ne varsa bulabiliyorsunuz. Kıyafetler, mutfak malzemeleri, hayvancılık aletleri, evler, yel değirmenleri, heykeller, aletler, vb. Bu müzeyi hakkı ile gezen bir insan Romanya kültürünü artık hayalinde gerçekmiş gibi canlandırabilir. Müze demişken Bükreş bir müze kentidir. Hayatın her alanını müzeleştirmeyi başaran bir geçmişe saygı kentidir. Bu arada müzelere giriş bedava gibidir. 5-10 TL arasındadır. 


Eğlence, Yeme, İçme...
Bir kente gidip eğlence hayatını görmemek güzel bir yemekten sonra tatlı yememek gibi bir şeydir. Kentin tarihi bölgesinde eğlence hayatı bazen geleneksel ve bazen de modern şekilde tasarlanmış publarda, cafelerde, kulüplerde ve restoranlarda hem çok canlı hem de çok ucuzdur. Mekanların sıra dışı dizaynlarına dikkat etmek ve her gittiğinizde farklı bir mekanı görmek kent keşfinizi renklendirecektir. Her turistin en az bir defa kazıklanmasının kaçılmaz olduğu taksi serüvenlerini Bükreş’in eğlence başlığında yazmalıyım. Bu sayede acısı hafif olur. Yine de taksiler çok yaygın ve ucuzdur (10 km mesafe 6-7 TL). Pazarlık yapmanızı ve mümkünse taksileri oteliniz vasıtası ile çağırtmanızı tavsiye ederim.
Eğitim
Özel okulların yaygın olduğu Romanya’da devlet okulları arasında en az Türkiye’de olduğu kadar fırsat eşitsizliği olduğuna tanık oluyorum. Devlet okullarına veli katkısı ne kadar büyük olursa
okulların olanakları da o kadar yükseliyor. Okullarda Resim, Müzik ve İngilizce eğitimi ana okulundan itibaren başlıyor. Çocuklar 6. Sınıftan itibaren ikinci yabancı dil öğrenmeye başlıyorlar. Din dersi seçmeli olarak veriliyor.
Bükreş sokaklarında hemen hemen herkes İnglizce konuşabiliyor. 1989’a kadar Komünist sistemden dolayı Ruşça’nın hakim olduğu Romanya’da İngilizcenin bu kadar yaygın olması beni şaşırtıyor. Elbette Bükreş’in turistik bir kent olması, insanların dünyaya açık olmaları, yurt dışına seyahatin yaygınlaşması, ABye üyelik, İnternet ve sinemanın yaygınlaşması İngilizce öğrenimini  kolaylaştırmıştır.   

Öğretmenler ortalama olarak 18 saat derse giriyor ve yaklaşık 250 Euro gibi düşük bir maaş alıyorlar. Bu
yüzden de çoğu öğretmen ikinci iş yapmaktadır. Bu arada asgari ücret 200 Euro civarındadır. İnsanların bu düşük gelirlere rağmen nasıl geçinebildiklerini halen tam olarak anlamış değilim. Ancak biraz araştırınca çoğu ailenin Komünist dönemde onlara verilen evlerde oturdukları ve bu yüzden kira ödemediklerini öğreniyorum. Doğal gaz ve petrolü kendi topraklarından çıkardığı için halkına düşük fiyata satmaktadır.  Ayrıca geliri düşük aileler sosyal yardım almaktadırlar. Romanya’da okullar belediyeye bağlıdır. Öğretmenler merkezi sistemle yapılan sınavlar sonucunda puanlarına göre okullara tayin ediliyorlar. Doğum izni 14 aydır.

Siyasi sistem
Konuştuğum sıradan Romenler, rehberler ve öğretmenler siyasi sistemlerinin demokratik olduğunu şu sözlerle anlatıyorlar. “Romanya’da resmen kabul edilmiş 19 etnik grup bulunmaktadır. Nüfus içerisinde
Macarlar en büyük oranı teşkil ediyorlar. Almanlar, Yahudiler, Türkler ve Çingeneler de önemli bir orana sahipler. Siyasi sistem bu grupların parlamentoda mutlaka temsilci bulundurmalarına olanak tanıyor. Romanya siyasetinde çok farklı özelliklere sahip etnik gruplar şaşırtıcı bir şekilde ortak hareket etmeyi öğrenmişler. Azınlıkların çıkarlarını kollamayan hükumetler azınlıkların ortak hareket etme geleneği sayesinde düşebiliyorlar. Bu durum Romanya tarihinde iki defa yaşanmıştır. Bu arada şu anda ülkede sosyalist-liberal koalisyon hüküm sürüyor. Sosyalistlerin sandalye sayısı daha yüksek olmasına rağmen başbakan liberal partidendir. Bu durum ülkedeki demokrasi seviyesi hakkında bize bir fikir vermektedir.


Şatolar, Kaleler, Kiliseler ve Dağlar ülkesi
Romanya’nın iyi korunmuş kadim tarihini yaşamak isterseniz Braşov bölgesine gitmeniz gerekiyor. Bükreş’den iki saat kadar gittikten sonra dağ başlarında ormanların içinde saklı köyleri, sarayları, kaleleri, köşkleri, şehir duvarlarını, halen kimliğini muhafaza edebilen köy ve kır yaşamını masalın içinden seyreder gibi seyretmeye başlıyorsunuz. Bran şehrine yakın dağın dik yamacında kurulu olan Bran Kalesi (Dracula Kalesini) görünce aklıma ay ışığında ve sisler arasında yükselen Gargamelin kalesi geliyor. Bu arada Bram Stoker’ın Dracula romanının bu kalede geçtiğini, kitabın adını buradan aldığını ancak yazarın buraya hiç gelmediğini öğreniyoruz. Eskiden iki devletin sınırında yer alan bu kale elbette savunma amacı ile yapılmıştır. Osmanlı tarihi okurken bize öğretilen Kazıklı Voyvoda’nın
yaşadığı ve savaşlarını yönettiği kale burasıdır. İmparator Vlan (Dracula-Kazıklı Voyvoda) Romanyalılar tarafından zalimliği ile meşhur bir kahraman olarak görülmektedir. Ancak başıboşluğun hüküm sürdüğü Romanya'ya dirlik, düzen ve refah getirdiği için halk tarafından hala sevilen bir liderdir. Zalimliği ile ilgili iki anekdot anlatayım. Osmanlı ile savaşa hazırlanan Vlan kendi askerlerinden binlercesini öldürtüp kazıklara geçirir ve kilometrelerce uzunlukta bir alana bu kazıkları diker. Bu sahneyi gören Osmanlılar adamın gazabından korkup geri kaçarlar. İkincisi, Vlan (Dracula) kendine bağlı şehirlere gittiğinde şehrin meydanına altın kase bırakırmış. Altın kase ertesi sabah yerinde değilse kentin yöneticisinin kellesi gidermiş. Zira altın kasenin çalınması güvenliğin yetersizliği anlamına gelirmiş. Kalede işkence koltuğu, savaş aletleri ve Kraliçenin yaşam alanları da bulunmaktadır.
Bükreş’in kiliseleri göz kamaştırıyor. Yeni yüksek binaların arasından aniden çıkıveren ve genelde Ermeni ve Bizans mimari yapısına sahip  Ortodoks kiliselerinin içine girince tarihe doğru yola çıkıyorsunuz. Romanya’nın en doğu tarafı kilisleridir. Zira kilisede ibadet
eden yaşlı teyzelerin başları örtülü Müslüman türbelerde olduğu gibi duvarlara dokunarak ya da onları öperek dua ediyorlar. İçeriye dolmuş olan mistik kokulu tütsüler Ortadoğuyu anımsatıyor. Aynı zamanda tıpkı Doğuda olduğu gibi Bükreş'de de inanç hala çok güçlü ve yaşamın her alanında hissedilmektedir.
Kaleye 20 km mesafede vadiye göz kırpan iki muhteşem kraliyet sarayı sizi karşılayacak. Bu saraylardan büyük olanını devam eden restorasyon sebebi ile sadece dışarıdan bakıyoruz. Dışarıdan bakmak Avusturya mimarisi ile yapılan bu saraya hayranlık duymaya yetiyor. Romanya’nın kurucusu I. Carol tarafından yeğeni için yaptırdığı Pelişor (Küçük Peles) sarayına girince ilk dikkati çeken ilk şey Viyana'dan getirtilmiş olan zarif 
mobilyalardır. Tamamı altın varaklarla kaplı Kraliçe odası gözleri kamaştırmakla kalmıyor çılgınlığın sınırını da zorluyor. Bu odada aynı zamanda kraliçe Maria’nın kalbi vasiyeti üzerine de bir sanduka içerisinde tutulmaktadır. 70 odalı bu saray Çavuşesku zamanında av köşkü olarak da kullanılmıştır. Romanya hükumeti tarafından halen varlığını sürdüren kraliyet ailesinden yıllık 11 bin Avroya kiralanan bu bina kültür tanıtımı amacı ile müze olarak kullanılmaktadır.

Bu kadar tarih yeter dediğiniz anda bir tepe üzerine kurulu olan tamamı ahşaptan yapılmış, geleneksel Romanya yemekleri yapan kent manzaralı bir restoranda yemek yiyebilirsiniz. Ev yapımı
şarabın sürahilerle servis edildiği şömineli salonda doğuya tanıdık gelen kıymalı lahana sarmasını, cam içerisinde 6-7 ay tutulduktan sonra güveçte pişirilmiş et yemeklerini, ördek ve lahanalı püre gibi sayısız lezzeti bu restoranda yiyebilirsiniz. Restoranın hemen yanına yüksek ağaçlar arasında gizlenmiş bir şekilde yapılan Şirinler, Kırmızı Başlıklı Kız vb. masal kahramanların evlerini de görmek masal gezinizi daha da sevimli hale getirecek.



Romanya için yazdıklarım buğday tarlasından sadece bir tutamdır. Tarlanın geri kalanını özellikle en alımlısı ve çekicisi olan Transilvanya bölgesini gezmeden Romanya'yı gördüm demek eksik olacaktır. Sözü Ethan Richardson’ın bir sözü ile bitireyim; “Romanyalılar konuksever, cömert, iyi dinleyici, nazik ve maceracıdırlar.” İlk izlenimlerim Richardson'ı haklı çıkarıyor. Kaldığım yerden siz devam etmek ister misiniz? Keşfetmeye...
27 Kasım 2015