13 Haziran 2013 Perşembe

Yeni Neslin İtirazı ve Ortak Dünya Kültürü


·         Başka bir hayat mümkün diyen insanlar nihayet harekete geçti. İçinde sürekli paranın alışverişin tüketimin ve yalnızlığın olduğu bir hayat yerine şu anda toplu yaşam alanları yeşerten mekanlarda birliktelik ortaya çıktı. İnsanlar birbirini özlemiş. Meydanlarda buluşmak herkese pek hoş geldi.
·         İnsanlar tek başlarına yaşamaktan, hayat mücadelesi vermekten, hiçbir zaman değişmeyen bir rutinden ve koşturmaktan bıktı. Sürekli okula, sınavlara ve işlere yetişeceğim derken hayat elden akıp gidiyor. Herkes hayatını denizde sürüklenen bir tekneyi izler gibi izliyor ancak tekneyi durduramıyor. Ya da ona yön veremiyor. Tekne nereye sürüklerse biz de oraya sürükleniyoruz. Bu eylemler sayesinde ilk defa tekneyi az da olsa kontrol edebilme ve onu özlediğimiz denizlere götürme şansını yakaladık.

·         Gençler, büyüklerin ciddi ve süslü sözlerle anlattığı parlak gelecek için sadece sınavlara çalışmaları gerektiğine dair söylemlerle büyümüş, dershane ve özel ders labirentine girmişler. Bugün olan şey, insani olmayan bu durumdan usanmış ve köşeye sıkışmış kendi halet-i ruhiyesinde olan geçlerin ışığın sızdığı ilk çatlaktan dışarı fırlayıvermeleridir.  

·         Bugünün gençleri tutucu olamayacak kadar dünya ile ilişki içine girmiş durumdalar. Yeryüzünde yavaş yavaş oluşmaya başlayan ve tüm gençliği cezbeden ‘Ortak Dünya Kültürünü tanıyor. Tadı da çok hoşlarına gidiyor. Yeryüzünün tüm insanlarının katkısı ile filizlenen bu kültürde farklılıklar gayet normal, çeşitlilik cezbedici, bireysel haklar gökyüzü kadar geniş, sınırlar saçma ve dünya masumdur.  Gençler artık otoriteyi kabul etmek yerine kendi hikayelerini yazma peşindeler. Bu yüzden de devletin de bu Ortak Dünya Kültürünü tanımasını ve uygulamasını istiyorlar.

·         Bugünün dünyasına ve gençlerine baktığımızda heyecan verici bir gerçekle karşılaşıyoruz. Bugün devletler eskiden olduğu gibi nesilleri, kafalarında tasarladıkları bir hamur gibi yoğurup istedikleri şekle sokamıyorlar. Yeni nesilleri okullar ve aileler değil yaşadıkları ülkenin genel düzeni ve internetten deneyimledikleri Ortak Dünya Kültürü büyütüyor. Bu sebepledir ki devletler, okullar ve bazen de aileler ellerinden alınan bu güç karşısında panik halinde gençleri suçlamaya ve onları sıkı bir düzene sokmaya çalışıyorlar. Kendi ideolojilerini, felsefelerini ve sistemlerini sorgulama yoluna gitmiyorlar. Devletlerin eski sıkı ve keskin çerçeveleri insanlığı tepeden tırnağa saran İnternetle baş etmede yetersiz kalıyor. Çünkü gençler için özgürlük her türlü kutsal ideolojiden daha çekici hale gelmiştir. İnternetle büyüyen bu nesil, içinde büyüttüğü Ortak Dünya Kültürünün iteklemesiyle iktidara karşı ayaklandı. Bu ayaklanma aslında her türlü otoriteye karşı bir ayaklanmadır. Devlete, polise, okula, aileye, paraya ve gücedir. Bu sebeplerden dolayı bu gençler ele geçirdikleri Yaşam Vahalarına (Gezi, Kuğulu Park, Gündoğdu vb.) sıkıca sarılıp onları kaybetmek istemiyorlar.  İçindeki düzeni lidersiz bir şekilde sağlıyor, yardımlaşıyor, paylaşıyor ve en önemlisi herkesle ön yargısız konuşuyorlar. Ortalıkta polis, zabıta, vali yani devlet yok. Otorite yok. Ama sorun da yok. Somut ihtiyaçlara (yeme, barınma, güvenlik vb.) bürokrasi olmayınca hızlı çözümler bulmak kolaylaşıyor. Sanki farklı gezegenlerde yaşayan topluluklar yeryüzünde buluşuyor ve merak içinde birbirlerinin yaşamlarını öğrenmeye çalışıyorlar. Elbette ki sistem karşıtlığı ve daha fazla özgürlük ortak paydasında buluşan gençler farklı siyasi fikirleri sebebi ile gerilim de yaşıyorlar. Bu da ilişkiye yeni başlayan iki heyecanlı aşığın, iki yabancının birbirini tanıma sürecinde havaya yayılan gerilime benzemektedir.  Bu da son derece doğal bir durumdur.

   
İnsanların ve özellikle gençlerin içindeki tepkiler birikmiş ve dağ gibi olmuştu. Hükümetin  Suriye, Reyhanlı, içki, çocuk sayısı, nükleer enerji, hesler,  inşaat ve “çoğunluğum istediğimi yaparım”  politikası 10 yılda isyana meyilli insanlar yarattı.  Yeryüzünü ve özgürlüğü önemseyen bu insanlar baştan beri sosyal medya üzerinden pasif bir şekilde olaylara sadece yorum yazmaktan ve tartışmaktan sıkılmaya başlamışlardı. Artık olaylara müdahale  etme yani özne olma zamanı gelmişti. Gezi Parkı’na giren ilk gençler ve Sırrı Süreyya bu işin fitilini ateşledi. Bu meraklı ve heyecanlı insanlar meydanlara akıp dayanışmanın güzelliğini yaşamaya başladılar. Pasiflik bitmişti ve yeni bir ülke yaratmanın ilk adımları atılıyordu. Gençler sanal dünyadan yaptıkları tartışmaları şimdi meydanlarda, çimlerin üstünde ya da ağaçların altında sabahlara kadar yan yana durarak yapıyorlar. İçlerini boşaltıyor ve insan kardeşlerinin gözlerinin içine bakarak sohbet etmenin tadını çıkarıyorlar. Bunun tadı başkaymış. İnternet sohbetine benzemiyormuş. Ve neticede Yaşam Vahaları akademiye dönüşüyor. Aynı vahada çadırların ve stantların arasında siyasi bir partinin destekçileri, vejetaryenler, kadın hareketi üyeleri, tiyatrocular, çevreciler, anarşistler, ulusalcılar, Kürtler, üniversite öğrencileri, hiçbir gruba dahil olmayanlar ve daha birçok farklı fikir sahipleri ile konuşma fırsatı yakalıyorlar. Bu sayede öğrenme ve keşfetme had safhaya varıyor. Önyargılar yavaşça çatırdıyor. Aslında, sevmedikleri ve farklı görüşte oldukları grupların öcü olmadıklarını ve birçok konuda ortak hareket edebileceklerini fark ediyorlar. Bu tecrübe doğanın korunması ve özgür bir ülke yaratma serüveninde yol gösterici olacaktır. Meydanda ağaca asılı bir eylem notu her şeyi özetliyor: “Direniyorum çünkü gökyüzünün mavi, ağacın yeşil, insanın insan olduğu bir dünyada yaşamak istiyorum”. 70’lerin hızlı solcularından birisini vahada Sanat Sokağı oluşturup kitap okuyan, bale gösterisi yapan ve mizah yüklü sloganlar yazan gençler için yanındaki arkadaşına şunu söylerken duyuyorum: “Biz bu gençleri apolitik ve sürekli internette dolanan darbenin mahsulü insanlar sanıyorduk. Biz 70’lerde sadece yürüyüş yapar çatışırdık. Böyle yaratıcı eylemler hiç aklımıza gelmezdi”. Gerçekten de bugün eylem yapan gençler yaratıcılıkları ve mizahları ile sahneyi gülerek ele geçiriyorlar. Otoritenin her türlüsü ile ince ince dalga geçiyorlar. İşte onlardan bir kaçı: “Every          day, I am chapulling”,“Polis kardeş gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsun”,“Mustafa Keser’in askerleriyiz”,“Red Hot Chili Tayyeap”, “Çarşının sloganı; 155’i değil 1903’ü arayın”, “Bizim gibi en az 3 çocuk ister misin?”, “Zengin eylemcilerin kaliteli maskeleri var. Kıskanıyoruz”,“Yatcaz, kalkcaz, yatcaz kalkcaz, hooooop, hükümet bizim”,“İzmir’de Tomaya Tomat diyorlar”. Gençler mizahı her yerde bu kadar sevimli ve anlamlı kullanınca toplumda onlara karşı sempati de hızla büyüyor. Bu sebeple büyükler, eskiden olduğu gibi gençlerin eylemlerini yıkıcı bulmuyor ve yanlarında onlarla beraber eylem yapmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu hareketin sonu ne olur? diye sorarsanız cevabım kısa olur. Devrim değil ama Evrim yeni başladı ve sürecek…