3 Eylül 2013 Salı

Gökova’nın Şirin Yavrusu: Akyaka


Bu kadar küçük bir doğa parçası bu kadar çok şeyi nasıl oluyor da yüreğinde taşıyabiliyor? Gökova körfezinin Akyaka’sından bahsediyorum. Dudakları morartan soğuk suları, endemik kuşları, su samurlarını, melez mimariyi, sürekli yeşil ormanları, heybetli dağları, rüzgar sörfünü, şenlikli gök yüzünü, sazların ve kazların arasında gidilen tekne gezilerini, ormanın taş ve ahşap evlerini, kokulu köy sebzelerini, gizli koyları, balık ekmeği, deniz altını, parlak ay ve yıldızları,  Kleopatra plajındaki minicik kumları ve zeytin ağaçları arasında tarihi kalıntıların yüzünü her gün mavi deniz suyu ile yıkayan yavaş şehir Akyaka’da yaşayabiliyor insan. Gökova Körfezinin Akyaka’sından bahsediyorum. Gökova değince her seferinde T.S Elliot’un seyahat ile ilgili söylediği söz gelir aklıma. Ne diyordu yazar? “Seyahatte önemli olan varılacak nokta değil yolculuğun kendisidir.” Ben bu fikri çoğu zaman kendime yakın hissetsem de gidilecek yer Gökova olunca itiraz etmeden yapamıyorum. Bu coğrafyaya gelmek için yola her çıktığımda tek amacım buraya en hızlı şekilde varmaktır. Yolculuğu unutur, yol üstündeki görüntüleri fark etmez ve sadece Gökova’nın görselliği geçer gözlerimin önünden. 
Muğla’nın Ula ilçesine bağlı ve Marmaris’e 30 km mesafedeki Akyaka’nın keşfi Sakar geçidinde
başlar. Dağların zar zor müsaade ettiği bu geçitten kıvrılarak ilerlerken aniden önünüze çıkacak olan uçurum kenarlarında yapılmış seyir teraslarının birinde durmalısınız. Yüzünüze çam ve bal kokulu rüzgar çarparken geniş açıdan Gökova körfezini, dağlardan yılan çizerek sazların arasından ilerleyen azmak suyunu, kümelenmiş şekilde yanak yanağa duran tek çeşit evleri, körfeze bir kaşık gibi giren orman kampını seyre dalacaksınız. Denizin karalar içinde ite kaka ilerleyerek Akyaka’nın koynuna girdiğini görünce ve insanoğlunu mutlu edecek her şeyin bu coğrafyada bir araya geldiğini fark edince şaşırmadan edemiyorsunuz. O anda içinizdeki kan dolaşımı hızlanıyor ve çantanızın derinliklerinde unuttuğunuz bir çikolatayı bulmuş gibi ona hızla ulaşmaya çalışıyorsunuz. Tahminim şu ki Makedonyalı Büyük İskender ordusu ile buradan geçerken (M.Ö. 334) bu manzara için mola vermiş ve savaşa başlamadan önce doğanın ve huzurun tadını çıkarmıştır.  
Akyaka’nın içine girer girmez beldede yasal zorunluluk olarak başlayan sonra da kimsenin bozmaya kıyamadığı bir tabloya dönüşen tek tip mimari tarz ile yapılan evleri fark edeceksiniz. Bağlı olduğu Ula ilçesindeki evler örnek alınarak ve günümüz modern mimari olanakları kullanılarak yapılan bu evlere baktığımda geleneksel konakların ve villaların karışımından oluşan melez yapılar görüyorsunuz. Evlerde uygulanan yumuşak geometrik şekiller, onlara eşlik eden işlemeli ahşaplar, Muğla bacaları ve begonviller genelde iki katlı olan bu evlere enfes bir seyir havası katıyor. Çamlar arasında ev ya da otel, azmak boylarında restoran, denize nazır yerlerde yazlık olarak insanları konuk eden bu yapıların hepsinde tek tip mimariye sadık kalınmış. Buna rağmen mimari eserlerde tekdüzelik oluşmamış aksine sıra dışı güzelliklere sahip evler ortaya çıkmıştır. Sokaklarında dolanırken çiçek ve turunç kokularını içinize çeke çeke eserleri incelemelisiniz. Lafı gelmişken şu bilgiyi vereyim. Bu evlerin özgünlüğü saygın mimarlık kuruluşu tarafından da tescillenmiş durumdadır. 1983 senesinde Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü Akyaka evlerinde birisine verildi. Bu ev geleneksel mimariyi içinde özenle taşıyan ve Nazım Hikmet’in arkadaşı Ula’lı Nail Çakırhan tarafından tasarlanıp ayağa kaldırılan evdir. Aslında gazeteci ve şair olan ve mimarlık eğitimi olmamış olan Çakırhan’ın evini ziyaret etmeden dönmeyin derim.
            Akyaka’nın orman hayatını daha yoğun yaşamak ve onun içinden denizle buluşmak için orman
kampındaki taş ve ahşaptan yapılma bungalovlarında konaklamalısınız. Burada bir defa konaklamanız durumunda hayatınızın her döneminde bunu tekrar yapmak isteyeceğinizden eminim. Ancak konfor ve servis arıyorsanız Akyaka’daki birbirinden güzel otellerde de kalmalısınız. Çünkü bu evde her şeyi siz yapıyorsunuz. Ormanın avuç içlerinde saklı bungalovların balkonunda oturup kahvenizi yudumlamak, okumak, hayal etmek, ağaçların arasından denizi, oradan sıklıkla geçen kanoları, balıkçı teknelerini,  parlayan dalgaları ve balık tutmaya çalışan insanları seyretmek insana yüksek bir yaşam coşkusu veriyor. Ben bu duyguyu bu kadar yoğunlukla başka hiçbir yerde yaşamadım. Hele bir de hamak kurmuşsanız ve kalabalık dostlarla beraberseniz huzurun yanına eğlenceyi de eklemişiniz demektir. Akşam yemeklerinde dolunaya denk gelirseniz (ya da denk getirin) keyif birkaç misli katlanıyor. Bu defa maviliği gökyüzünde ve denizde değil ormanın karanlığında yaşıyorsunuz.  Böyle bir atmosferde yürüyecekmiş gibi dikilen çok ilginç şekilli ağaçları, denizin yakamozlarını ve kaplumbağaların ayak seslerini duyacak kadar sessiz bir ortamı huzur içinde
yaşıyorsunuz. Bu sırada sohbetlerinizi gayri ihtiyari bir şekilde kısık sesle yapmaya başlıyorsunuz. Kutsal bir mekândaymışsınız gibi. Bu alaca gecede azıcık cesursanız 72 basamak, Albay, Çotark koyu gibi ağaç ve çalılıklarla kaplı onlarca koya ürpere ürpere gider ve üstü kar suyu kadar soğuk altı ılık olan denizde yüzersiniz. Akyaka’da vücudunuz karaların olmadık yerlerinden gözeler gibi fışkıran soğuk sularla her yerde karşılaşacak. Hiç beklemediğiniz anda ve yerde soğuk bir yılan gibi dokunacak size. Mucize gibi bir şey, değil mi? Suyun yüzeyinde deriye iğne gibi batan soğuğu ancak sırt üstü yatıp dolunaya ve yıldızlara bakınca unutabiliyorsunuz. Ancak ürkekseniz karanlıkta ormana doğru bakmamanızı ve aklınıza Gökova körfezinde yaşayan kum köpek balıklarını getirmemelisiniz.
Ormanın bol oksijeni rahat uyumanızı ve sabah erken uyanmanızı sağlıyor. Mahmur gözlerle evin geniş balkonuna çıkınca serin rüzgar esintisi ve çamların arasından güzel tutmuş yoğurt yüzeyi gibi duran deniz karşılıyor sizi. Gözleriniz ve ruhunuz açılıyor. Karıncanın su içebildiği kadar durgun ve sessiz olan deniz* size çok davetkar bakarken iyice uyanmak için yüzünüzü birkaç adım ötedeki yeşil koyda yıkamalısınız. Tabi denizin içinde dalarak. Sabah saat 10’a kadar süt liman gibi kalan bu koyların tadına en iyi erken saatlerde ve gece varılıyor. Geri kalan saatlerde Gökova körfezi açık denizler gibi deliriyor, koyları ve dibindeki çamları ha bire dövüyor.  
Orman kampını, bungalovu ve Gökova körfezini bir de kış mevsiminde yaşamanız lazım. Yağmur yağarken, çam kokularına toprak, deniz ve soğuğun kokusu eklenir. O anda Bungalova sığınıp traktörle size getirilen kocaman odunları şöminede yakarsınız. Dostlarınızla ateşin dibine üşüşür, çaydanlık kısa sürede cızırdamaya başlar ve pencereden denize, ıslanmış yırtıcı kuşlara ve çamlardan süzülen sulara dalıp gidersiniz. Bu andan ve mekandan kim ayrılıp kente dönmek ve işinin başına geçmek ister?
Bir gün dağların kıyısından doğan ve yol boyunca birçok kaynağın suları ile büyüyen Kadın ve Kanlı Azmak Çayını keşfedip yaşayın derim. Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde yer alan Azmaklarda sazlık, bataklık, çayır, sulak alanlar gibi biyolojik çeşitliliği zengin olan çok ilginç habitatlar yer alıyor. Azmağın başında kurulu olan balık restoranlarında ayaklarınızı kazlarla beraber suya daldırmış şekilde yiyeceğiniz taze körfez balıkları ve yöreye özgü mezeler doğayı daha fazla sevmenizi sağlayacak. Azmak’ı takip edip denize doğru yürürseniz mimari güzellikleri, ağaçların arasında oturmuş arada soğuk suya giren insanları, azmakta tekne turu yapanları, şanslıysanız su samurlarını ve bölgeye özgü olan Saz delicesi, Karabatak, Sakarmeke gibi yüzden fazla kuşu görebilirsiniz.
Tarzan gibi ipe asılarak dondurucu azmağa atlayabilir ve hırsla akan suya kendinizi teslim edip suyun denizle buluştuğu ılık-soğuk noktaya kadar sürüklenebilirsiniz. Suda hızla yol alırken kazların ve teknelerin arasından geçecek, kenarda oturup pek lezzetli balık ekmekleri yiyen ve akvaryumdaki balıkları izler gibi izleyen insanların şakalarına maruz kalacaksınız.
Ancak uyarmam lazım. Soğuk su dudaklarınızı ve parmaklarınızı morartabilir, kollarınızı uyuşturabilir ve kulaç atmakta zorlanabilirsiniz.  Ancak buna rağmen insan bu dereye bir defa girdiğimi bir daha girmek istiyor. Siz bir sonraki yüzmeyi tekne turu yaparken gerçekleştirin. Dünyada böyle bir deneyimi yaşayacağınız yerlerin sayısı çok azdır. Azmak etkinlikleri henüz bitmedi. Balıkçı barınağından 5 TL ödeyerek 45 dakika sürecek azmak turuna çıkıyorsunuz. Teknenin ucunda ayaklarınız suya değerek ve su altındaki her çeşit yeşili, balıkları, su kenarındaki Akyaka evlerini ve gerisinde bir horoz gibi diklenen dağı seyredeceksiniz. Dağ, oyun oynayan ve şamata yapan çocuklarını izleyen baba gibi yüzünde bir tebessümle bakıyor siz su içindeki insanlara. Tekne ile giderken kıyıdaki
insanlar karnavalda geçiş töreni yapan ünlülere bakar gibi bakıyor çünkü daracık Azmak çayında ve sazların arasında giderken teknenin ördek gibi süzülmesi ilginç bir manzara oluşturuyor. Balıkçı kaptan derin bir yerde yüzme molası verirken ciddi ifade ile şakasını yapıyor: “Şimdi sıcak suda yüzeceksiniz.” Kimse kaptanın dediğini sorgulamıyor. Ilık denizde soğuk akıntı olabiliyorsa burada da olabilirdi. Ne de olsa burası mucizeler coğrafyası. Azmak suyunun içinde de sıcak su çıkabilir sonuçta. Suya atlar atlamaz soğuk şok yaşanıyor ve insanlar aynı anda kaptana sert bakışlarını fırlatıyorlar. Kaptan sevimli bir şekilde gülüyor. Bu oyuna siz de denk gelebilirsiniz. Suyun içindeki
parlak yeşil bitkiler suların hızlı akışı ile uzun saçlı bir kızın saçları gibi dalgalanıyor. Böyle alımlı bir kızın saçlarını seyrederken çevredeki mimari şaheserleri ve sazlıkların arasında kaybolmuş Barış Manço’nun evini kaçırabilirsiniz. Gözünüzü ve ruhunuzu dört açın.
Macera ruhunuz hala çocuksa Akyaka’nın sembolü olmuş ve üstünden atlanması yasak olmasına rağmen herkesin atladığı tahta köprüden geçerek balıkçı barınağının diğer kıyısına varıyorsunuz. Burada herhangi bir ev ya da tesis bulunmuyor. Sadece doğanın çocukları var. Solunuzda sazlar ve kuşlar önünüzde küçük bir patika. Gökova körfezinin bitiş noktası yani yan yatmış bardağın dibindesiniz sanki. Hep mavi kalan körfez,
iki kıyısında hep yeşil kalan ormanlar, sağda Akyaka evleri ve mavi bayraklı plaj. Tuhaf bir coğrafyada yürürken sizle beraber sürprizler de ilerliyor. Sazların arasında aniden bir göl beliriyor, parlak renkli kuşlar çığlık atarak havaya fırlıyor, patikanız kısa bir ara veriyor ve sığ denizden çantanızı havaya kaldırarak yürümeye devam edebiliyorsunuz. Az sonra bin bir renkli bir gökyüzü karşılıyor sizi. Bir uçurtma şenliği sanki. Hayır değil. Burası Kitesurf (uçurtma sörfü) nün yapıldığı yer. Yüzlerce sörfçü farklı renklerdeki paraşütleri ile deniz
üstünde geziniyorlar. Akyaka’da doğanın birçok unsuru gibi rüzgar da bolcana var. Bu da beni şaşırtmıyor. Suda rüzgarın ve kol gücünüzün yardımı ile yapacağınız başka bir etkinlikler bekliyor sizi şimdi. Var mısınız? Yaptıkları işten zevk aldıkları aşikar ve kendinden emin surf okulu hocaları sizi bekliyor olacaklar. Ayrıca farklı heyecanlar yaşamak isteyenler için de windsurf (rüzgar sörfü) ya da kano seçenekleri de mevcut. Bisiklet, kaya tırmanışı, yamaç paraşütü, şelalede yüzme ve trekking ile ilgiliyseniz daha da şanslısınız. Zira bu sporları yapanlar Gökova körfezini ve Akyaka’yı
faklı açılardan ve yüksekliklerden görebiliyorlar. Böyle bir deneyim nefes kesici ve ürpertici olmaz mı? Beyninizle ve makinanızla çekeceğiniz fotoğrafların hayatınızın özel bir albümünü oluşturma ihtimali yüksektir.

Başka bir gün ise tam bir güne sığacak bir etkinliğe ne dersiniz? Gökova’nın Türkiye ve dünya çapında bilinen bir gezisi bu; Tekne Turu. Bu turlar çok çeşitli. Sadece adalara gidenler olduğu gibi, hem adalara hem de koylara gidenler de bulunuyor. Karadan ulaşılamayan koylara dümen kıranlar da az değil. Ayrıca grup halinde tekne kiralanıp istenilen yere gidebileceğiniz turlar da mevcut. Ben ikinci seçeneği tercih etmenizi öneririm. Sabahın onunda demir alıyor ve bardağın dibi dediğimiz Akyaka iskelesinden Körfezin daha geniş denizine açılıyorsunuz. İncekum, Akbük koylarında ve Çınar plajlarında molalar veriliyor. Gökova körfezinin bu seçilmiş sularında yüzünce büyük ihtimalle dünyanın başka denizlerinde yüzmeye gerek kalmadığını düşüneceksiniz. Çınar plajına orman kampından yürüyerek (30 dk.) ve körfezi sürekli izleyerek de ulaşılabiliyor. Kitap ve gazete okuyanlar, güneşlenenler, biraz geride piknik yapan aileler ve masalarda oyun oynayanlarla beraber sessiz, huzurlu ve çamlı bir koydur Çınar. İnsanlar buranın soğuk ılık denizinde yüzüyor ve plajın hemen yanından denizle buluşan soğuk su kaynağında duş alıyorlar. Doğal olarak bu dondurucu suda 30-40 saniyeden fazla kalınamıyor. Vücudun ritmi değişiyor. Kan dolaşımı hızlanıyor ve insan kendine geliyor. Plajın işletmesi köfte ve patates kızartması gibi sahil yiyecekleri sunuyorlar.
Lacivert Koy, Su Altı Mağaraları, Yunus ve Akvaryum koylarında yaklaşık yarım saat duruluyor. Lacivert koy aslında bütün koylar gibi koyu mavi. İnsan ılık suyuna dalıp gözlerini açınca lacivertle beraber mavi ve yeşili de görüyor. Yüzerken ayaklarınızda küçük kesikler varsa onları tırtıklayan balıklar sizi hem gıdıklıyor hem de ürkütüyor. Su altı mağaraları isimlerinden de anlaşılacağı gibi ürkütücü ama merak uyandırıcı bir hava taşıyorlar. Yüzmek ve snorkelle su altında dolanmak egzotik bir etkinlik olsa da zamanı unutmanıza sebep olabilir. Tekne sizi deniz ortasında bırakıp gitmesin. Bu arada mağaraların içine tüp ile seyahat etmek dünyanın su altı coğrafyasını keşfetmeğe başlamak için iyi bir başlangıç olabilir. Buradan sonra Gökova körfezinde denizanası şeklinde duran Sedir (Kedrae) adasına çıkıyorsunuz. İdima, Helos Deniz Birliği, Pers, Hellenistik, Roma, Bizans gibi birçok medeniyet tarih boyunca ruhu ve gözleri dinlendiren bu bölgeye sahip olmanın tadını çıkarmışlar. Bu uygarlıkların izlerini küçük adada fazlasıyla göreceksiniz. Tarihe daha yakından bakmak isterseniz gruptan ayrılıp kısa bir ada gezisi yapmalısınız. Zamandan kopuk zeytin ağaçları arasında dolanırken aniden karşınıza çıkacak olan antik tiyatronun bir basamağına oturabilir ve bir zamanlar binlerce kişinin izlediği oyunun kahramanlarını hayal edebilirisiniz. Adada körfez manzarası eşliğinde kostümler, dekor ve seslerden oluşan birliktelik geliyor insanın gözleri önüne. O anı her yaşadığımda zamanda seyahat etme fikri beynimden tekrar ve bir an önce mümkün olmasını dilerim. Agoraya gelince mallarını pazarlayan ve alış veriş yapan erkekler, kadınlar ve çocukları hayal ederim. M.Ö. 6. Yüzyıla denk gelen Karya uygarlığının kral ve ailesinin yazlarını bu adada geçirdiklerine dair bazı kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır. Adada bu kadar keşif yapıp tarih içerisinde dolandıktan sonra Kleopatra plajına gitmeli ve körfezin sularına kendinizi teslim etmelisiniz. Suyun iyileştirme, hayat verme, algıları açma ve mutlu etme özelliklerini o anda tekrar yaşayacaksınız. Adanın kendine özgü safran sarısı incecik kumları ile ilgili sıklıkla anlatılan bir söylence vardır. Söylenceye göre, Romalı Komutan Antonius sevgilisi Kraliçe Kleopatra için Mısır’dan gemilerle bu kumlara buraya taşıtır. Ve sevgililer bu adada ve kumlarda buluşurlar. Aslında bu kumlar kalker damlacıklarından oluşmuş, Ege ve Akdeniz’de sadece Girit Adasında bulunuyorlar. Tekne turları ile taşıyabileceğinden fazla misafir ağırlamaya başlayan ve kumları azalan bu plaj sıkı koruma altında alınmış. Kumların ada dışına çıkartılması yasaklanmıştır. O yüzden kumsaldan çıkarken duş almak, havluları ve terlikleri silkelemek zorunludur. Uzun ve yoğun bir körfez macerasından sonra yorgun ve dingin bir şekilde kıyıya çıkıyorsunuz. Orman eviniz, Bungalov, sizi dinlendirmek için sabırsızlıkla bekliyor olacak.  
Akyaka’ya sanırım çok az insan sadece bir defa gelmiştir. Siz ilk defa gelecekseniz telaşa kapılıp
yukarıda yazılan her şeyi bir anda yapmaya çalışmayın. Ne de olsa bir daha geleceksiniz. Gökova sizi buraya getirtecek. Üstelik burası Cittaslow yani yavaş şehir. Coğrafyayı azar azar,  dokunarak, örtüleri kaldırıp derine inerek ve sindirerek keşfedin.  Halikarnas Balıkçısının sözü geliyor aklıma: “Roma’yı gör de öl derler Gökova’yı gör de yaşa!”. Neden mi?  İnsan doğasına en uygun doğa Gökova’da bulunuyor da ondan.






      ateş mehmet
2  eylül 2013, izmir 


3 yorum:

  1. Okumayı henüz tamamlamadım ama keşke 3-4 hafta önce paylaşsaymışsın. O kadar çok ve güzel varlığın bir arada oluşu, fotoların ve notun tatil bitiyor olsa bile cezbetti beni... ARKASI OKUMAYI TAMAMLAYINCA :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya Zehra... Şükreen ktirrr... :) Gökovada tatil bitmez ... 12 ay gidilecek bir sığınak doğanın bu şanslı vahası... :)

      Sil
    2. yazını sonuna kadar okudum bu kadar güzel anlatılamazdı gökova..kokuşmuş betonlaşmış şehir hayatından gürültüden toz topraktan kurtulup buralara gelmeyi çok istiyorum bungalov evlerde yaşamak o tahta kokusunu içime çekmek doğayla içiçe olmak mis gibi tertemiz havasını solumak istiyorum

      Sil