13 Ağustos 2015 Perşembe

Gömlek Değiştiren Ülke: Gürcistan



Memleketten ölüm haberleri geliyordu. Birçok seyyah gibi bu atmosferde seyahat etmek derin bir suçluluk duygusu yaratıyor. Arabamızdaki iki buçuk yaşındaki oğlumuz Enis, hiçbir şeyden habersiz pencereden dışarıyı
seyrediyor. Yayladan inip Şavşat-Artvin yoluna giriyor ve Ardahan'a kadar bol yokuşlu ve kaymak gibi yolda orman, yayla, ahşap evler ve büyükbaş hayvanların kıyısından geçiyoruz. Bir ara 3 bin metre civarındaki bir zirveye çıkıyoruz. Ayın yüzeyi gibi. Az sonra hayvancılığın kalbi Ardahan'a varıyor ve Ağustos başında üşüye üşüye kahvaltımızı bir parkta yapıyoruz.   



Şimdiki istikamet Gürcistan'a giriş yapacağımız Posof ilçesi ve 10 km sonra Türkgözü Sınır Kapısı. İçimizde hafif tedirginlikle beraber ağacın ve insanın hiç olmadığı yerlerden geçiyor, sınırsız meralar ve havadaymış gibi görünen köylerle

karşılaşıyoruz. Arada sırada da olsa yanımızdan geçen arabalar, bu çetin coğrafyada yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Sonunda Türkgözü Sınır Kapısından 5 milyonluk Gürcistan'a hiç zorlanmadan giriş yapıyoruz. Bu işin bu kadar kolay olacağını beklemiyorduk. Seyahatten önce bize
anlatılan ve bloglarda yazılan “Sınırda çok bekletilirsiniz”, “Size kötü davranırlar”, “Yanınızdaki ilaç, çakı gibi şeylerden dolayı sizi hapse bile atarlar” gibi tedirgin edici şeylerin doğru olmadığını yaşayarak öğreniyoruz. Ah bu ön yargılar ya da bir-iki kötü deneyimden dolayı yapılan genellemeler! Bu arada Gürcistan'a girince kendimizi güvende hissediyoruz. Güler yüzlü Gürcü gümrük görevlileri sevimli Türkçeleri ile bizi hiç bekletmiyor ve hatta aracımızı bile aramıyorlar. Hemen sınırda çok ucuz benzini (2.5 TL/Litre) arabamıza doldurunca da keyfimiz daha da yerine geliyor.
Nehri takip eden tek şeritli yoldan giderken yeşillikler içine gömülmüş köylerin eski ve yeni taş
evleri, otlayan hayvanları, Artvin’de gördüğümüz kiliselerin kardeşi Ortodoks kiliselerini, çok eski ve çok yeni arabaları, meyve sebze satan köylüleri, taşrada görmeye alışkın olmadığımız açık giyimli kadınları ve sıcaktan kendini evlerinin önüne atmış bira, şarap içen insanları göre göre yeni bir ülkeye geldiğimizi daha iyi anlıyorum. Ve işte o anda seyahatin neden çok değerli bir şey olduğunun ayırtına tekrar varıyorum. Seyahat gözlerin, beynin ve ruhun ihtiyacı olan sıra dışı yaşamlar ve görüntülerle kısa bir süre de olsa birlikte olmak değil midir? Sıradan hayatlarımıza sıra dışı nefesler veren…
Sınırdan Tiflis’e (240 km) kadarki yolun yarıya yakını otobandan (ücretsiz) oluşuyor. Otobana
girmeden önce ara sıra köy kefelerinde mola verip Türk kahvesine benzeyen kahvelerden içmek, insanlarla ilk teması yaşamak, yüzleri incelemek, televizyonlarda seyredilen programlara göz atmak, yerli dile kulağımızı vermek ve vücut dilini kullanmaya başlamak seyahatin ilk meyveleri idi. 1.750 bin nüfusa sahip Tiflis’in çok geniş caddelerinden girip merkeze varınca kentle ilgili ilk izlenim beliriyor içimde. Tiflis gömlek değiştiren bir yılan gibi görünüyordu. Kent, Sovyet Komünist dönemde (1921-1991) ve öncesinde karma mimari (Gürcü, Bizans, Rus/Avrupa ve Ortadoğu) tazrı ile inşa edilen binalardan oluşan yırtılmış eski gömleğin
yerine yeni-Kapitalist-gömleğini giymeye çalışıyordu. Eski alımlı kimi yerde bakımsız taş binaların yanı başlarına günümüz modern mimari tarzı ile yapılmış binalar yükselmektedir. Tiflis’in çok olan tepelerinden bakınca iki gömleğin ilginç beraberliğini ve rol kapma mücadelesini izleme fırsatı buluyorsunuz. Yakın geçmişte İtalyan bir mimar tarafından Mtkvari Nehri üzerine sümüklü böcek şeklinde inşa edilen Barış Köprüsü, az ötede beliren Özgürlük Meydanı, cam kubbeli binalar, kendi dokusuna uygun eski taşlarla yapılmış mimari eserler ve alışveriş merkezleri Tiflis’in yeni gömleğini oluşturmaktadır.  Kentin vücudunu inatla hala sıkı sıkıya saran eski gömlek ise Tiflis’in muhteşem kalesinden, evlerinden, tepelerde hüküm süren devasa
katedrallerinden, her sokakta bulunan kiliselerden ve tarihi taş köprülerden oluşmaktadır. Gürcüler, çok akıllık edip iki gömleği birden ve gece gündüz bize seyretme imkanı veren Tiflis’in iki gözü halini alan teleferik ve feniküler sistemlerini kurmuşlar. Bir kentin görüntüsünü hayale sığdırmak ve seyyahları mutlu etmek için en güzel yöntemi uygulamışlar. Sanırım her kentin iki göze ihtiyacı var. 
Seyyahlar Kenti…
Tiflis bir seyyah ve turist kentidir. Güvenlidir. Kentin eski bölgesinde gece gündüz dolanan ve
dünyanın her yerinden gelmiş turistlerle karşılaşıyorsunuz. Batıdan gelen genç turistlere karşın Türkiye’den orta yaş ve üstü turistlerin geldiğini fark ediyorsunuz. Ek olarak Arap turistler Tiflis’in önemli ziyaretçileri arasındadır. Kenti güvenlik testinden geçirmek için gece yarısı eski dar, köhne ve az ışıklı sokaklarından geçiyorum. Önce biraz tedirgin olsam da aynı yerde tek başlarına gezinen kadınları görünce seviniyorum. Hostellerdan sıcak sokaklara akan müzik, muhabbet ve şarap seslerini de duyunca kaygı keyfe dönüşüyor. Vejetaryen kafe ve farklı türlerde barların da olduğu mekanlar gecenin geç saatlerine kadar misafirlerine mutluluk vermeye çalışıyor. İçkinin ve özellikle şarabın kaliteli ve ucuz olduğu bir ülkede eğlenmenin de  kolay olduğunu fark ediyorum. (Efes Pilsen 2.5 TL, güzel bir şarap şişesi 10 TL, Absolute vodka 40 TL/Litre). Bu arada Gürcü şarabı binlerce yıllık kültür ve tecrübe
birikimi sonucunda kalitesi yükselmiş ve kendine dünyada önemli bir yer edinmiştir. Muhabbet ettiğim Gürcü bir vatandaş bana şunu söylüyor: “Seçmene gerek yok. Bulduğun şarabı iç. Mutlaka güzeldir.” Haklıymış. Bu arada sıklıkla karşılaşacağınız mahzenlerdeki şarap tatma etkinliklerine mutlaka katılmanız lazım. Farklı lezzetler için…
Türkiyeli İşadamları
Gürcistan Türkiye’nin iyi ilişkileri olan tek komşu ülkesidir. Ülkeye giriş için sadece kimlik kartı yetmektedir. Aracınız için herhangi bir evrak istenmemektedir. Gürcistan’da iş kurma, satın alma ve ikamet izni kolay olunca ülkenin genelinde ve özellikle Batum’da Türk restoranlarını, şantiyelerini, otellerini ve adım başı dinlenme tesislerini görüyorsunuz. Mesela Tiflis’de üç gün
içerisinde tesadüfen üç Türk müteahhitle tanıştım. Türkler Gürcüce öğrenmiş, yanlarında çalıştırdıkları Gürcüler de Türkçeyi sökmüşler. İki halk arasındaki evlilikler de artmış durumdadır.
Bu genelde Türk erkeklerin Gürcü kadınları ile evlenmesi şeklinde olmaktadır.
Bu arada ilginç bir şey gözüme çarpıyor. Gürcistan’daki işletmelerin çalışanları genelde kadınken Türkiye tarafına geçince çalışanlar erkeğe dönüşüyor. Ve elbette bu durum sokaklar için de geçerli. Gürcistan’da yaşam alanlarının her santiminde kadınların yer alması hayata bir denge ve doğallık kazandırmış.
Gürcistan’da İnanç…
Gürcistan’da beklediğimden çok kilise ve dini
motiflerle karşılaşıyorum. Buraya gelmeden önce uzun süren Komünist dönemin inancı geriletmiş olabileceği ihtimali vardı aklımda. Ancak, sanırım tersi olmuş. Tiflis’te ve Batum’da inancın, kiliselere gitmenin çok önemsendiği ve hayatın güçlü bir yüzü olduğunu gözlemliyorum. Tıpkı Ortadoğu kiliselerinde olduğu gibi kadınlar kiliselerden içeri girerken başlarını ve vücutlarının açık kalan bölümlerini kapıyor, ellerini azizlerin resimlerine sürüyor, öpüyor ve huzurlarında yere diz çöküp dua ediyorlar. Erkekler de onlardan geri kalmıyorlar tabii ki. Kilise kapısında bekleyen ihtiyar dilencilere de para verilmeden geçilmiyor. Bu yönü ile Tiflis bir Doğu ülkesi izlenimi veriyor. Ancak hayatın içine aktınız mı bütünü ile bir batı kenti ile içli dışlı oluyorsunuz. Gürcistan’da yaşamın zaman içerisinde daha fazla batılı bir yüze bürüneceği izlenimi ediniyorsunuz. Bu arada Gürcistan’da kimisi ta 6. yüzyıldan günümüze kadar gelen bir çok kilise ve katedrale rastlayacaksınız. Özellikle merkeze 20 km mesafedeki (Batum yolu üstünde) Mtskheta Kasabası'nda- sayısını bilemediğim- tarihi kilise ve katedralleri görüyorsunuz. 1994 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınan ve Ortodoks Hıristiyanları tarafından kutsal sayılan kasabanın (Holy City) hemen hemen tümü trafiğe kapatılmıştır. Kasabanın evleri her zamanki gibi kızıl taştan yapılmış, avlularda üzüm asmaları, sokaklarında hediyelik eşya ve şarap tadım yerleri bulunmaktadır. Bu manzaraya bakınca aklınıza
hemen Şirince geliyor. Elbette ki turizm ile dokusu ve ziyaretçisine bakışı bozulmamış bir Şirince... Fena sıcağına rağmen kasabayı seviyorum. Gerçi bir kentte şarap ve kadim evler varsa orası kolay sevilir. İkincisi aynı kentte hatta aynı mahallede birden fazla inanç yaşanıyor ve ibadethaneleri de birbirlerine seslenme mesafesindeyse bu durumda kent iki defa daha fazla seviliyor. Neden mi? Çünkü farklı yaşamlarla yoğrulmuş insanlar genelde hoşgörülü olur ve bu yüzden hem mahalle sakinlerine hem de dışarıdan gelenlere kendi tarzlarını yaşamaları için daha geniş alanlar sunarlar. Böyle topraklar verimli olur ve ilginç, yaratıcı, sanat ruhlu, eğlenceli, çılgın insanlar yetişir.
Topraklarımızda böyle insanların az çıkmasının nedeni kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Evet, Tiflis’de birbirine seslenme mesafesinde üç ibadethaneyi (Ortodoks Kilise-Cami-Sinagog) ziyaret edebiliyorsunuz. Ek olarak komşu sokakta ise Gürcistan’ın azınlık mezhebine ait Katolik kilisesi de kendine özgür bir yaşam alanı oluşturmuştur. Not: Gürcistan nüfusunun yaklaşık %10’u Müslüman olup ülke çapında 13 bin Musevi yaşamaktadır.


Gürcistan Ulusal Müzesi
Kenti ve ülkeyi geçmişi ile tanımanın en kestirme ve zorunlu yollarından birisi oraların müzelerine girmektir. Ankara’nın Bakanlıklar Caddesi’ne benzeyen Rustavi Caddesi üzerinde yer alan Ulusal
Müze’ye girişte ilginç bir sergi afişi ile karşılaşıyorum. Gürcistan’ın İşgal Yılları (1921-1991). Merağım tahrik oluyor. Yaklaşık 6 TL ödeyip müzeye girince serginin içeriğini daha iyi kavrıyorum. Bahsedilen işgal dönemi Gürcistan’ın Sovyetler Birliği tarafından 1921 yılında işgal edilmesi ve kanlı dönemi anlatıyor. Sergide işgale karşı çıkan, sürgün edilen ya da öldürülen burjuva sınıfından insanların, sanatçıların, yazarların, askerlerin ve din adamlarının resimlerini görünce şok oluyorsunuz. Gürcülerin Sovyet Dönemini işgal olarak nitelendirdikleri bilmiyordum. Gürcüler 1991’de bağımsızlığını tekrar kazanıyor ve doğal olarak bugün hala devlet olmanın ergenlik
dönemini yaşamaktadırlar. Tıpkı geçen sene ziyaret ettiğim Makedonya gibi.
Müzede Gürcülerin savaşçı yönlerini öven, savaş silahlarının ve üniformalarının sergilendiği bölüm de çok ilgi çekiyor.
Ayrıca, Gürcistan Hazinesi diye adlandırılan salonda altın taçlar, bilezikler, gerdanlıklar ve küpeler sergilenmektedir. İnsanoğlunun süse ve altına merakını, geçmişten şimdiye kadar geçirdiği evrimi ve altının Gürcüler için önemini görme açısından kaçırılmaması gereken can alıcı bir sergidir.
Son olarak salonun girişinde yer alan bir genç kadın mumyasını mutlaka görmeli.
Tiflis’ten Batum’a…
Her kentten ayrılmak erkendir. Eksikliklerle doludur. Tiflis’den ayrılmak da öyle hissettirdi. Burada her gün yeni keşifler yaparak günlerce kalınabilir. Bir ara bu kentte yaşamanın nasıl bir bir şey
olabileceğini geçiriyorum içimden. Hayal kurmak bir yana sıcaklardan dolayı Tiflis’e mutlaka yaz dışında bir dönemde gitmelisiniz. Aksi takdirde kenti sadece sabah ve akşamları gezebilirsiniz.
Bol trafik polisli şehirlerarası yolda Batum’a (380 km) doğru ilerlerken köyler, kentler, dereler, kiliseler, böğürtlenler, atlı arabalar, zengin ve yoksul insanlar görüyor ve ülke hakkındaki deneyimlerimiz artıyor. Yol kenarlarında sıklıkla göreceğiniz ve yüzlerce tezgâhtan oluşan meyve sergilerinden mutlaka satın almalısınız. Taze, leziz, aromalı ve ucuz. Yaklaşık beş saatlik (320 km) yolculuktan sonra Batum’a yaklaşıyoruz. Bu sırada coğrafya, bitki örtüsü ve iklim değişiveriyor. Denizin kıyısına varıyoruz. Ve Karadeniz havası başlıyor. Kıyı boyunca giderken tatil beldeleri ve plajlarla karşılaşıyoruz sıklıkla. Batum’un merkezine varınca küçük bir Türk çarşısına girmiş gibi oluyoruz. Zira çarşıdaki tüm dükkânlar Karadenizli Türklere ait. Çarşının orta yerinde ise 1800’lerin sonunda inşa edilmiş olan bir cami bulunuyor. İç kısmında çok renkli oyma ahşabın kullanıldığı caminin az ilerisinde tarihi bir kilisenin sivri çatısını görüyorum.
Batum; deniz, çılgın mimari, oteller, kumar ve eğlence kentidir. Ülkenin ve hatta Ermenistan,
Azerbeycan, İran ve Türkiye Karadenizi’nin tatil kenti olunca yaz döneminde aşırı kalabalıklaşıyor. Eski şık taş binaların, Komünist Dönemden kalma köhne sosyal blokların dibinde ve onları ezercesine yükselen yeni ve sıradışı mimari eserler kente ilginç bir görüntü vermektedir. Gömlek değiştirme burada daha hızlı ve daha çılgın bir şekilde yaşanıyor sanki. Kentin gece saatlerinde yaşam parklarda, meydanlarda ve sahilde çok renkli olmaktadır. Meydanlarda oturup bir şeyler içmek, cana yakın yerli insanlarla iletişim kurmak, ışıklandırılmış binaları seyretmek Batum’da bulunduğunuzdan dolayı sizi mutlu ediyor. Yeşil Batum’un Milli Parkı’nı, Botanik Bahçesi’ni, büyük katedrallerini, bakımlı eski sokak ve evlerini mutlaka görmelisiniz.
Batum’dan ve Gürcistan’dan ayrılma vakti geldi. Yola çıkıyor ve bir çay içme süresinde Sarp Sınır
Kapısı’na geliyoruz. Bu kapı Türkgözü Sınır Kapısı’na göre çok büyük ve kalabalık. Yine de kapıda fazla bekletilmeden ve fazla aranmadan geçebiliyorsunuz. Arkamızda yeşil Batum ve taş evler, önümüzde ise yine yeşil ama beton apartmanlardan oluşan Karadeniz köyleri.
Gürcistan, yeni gömleğini hızla giyiyor, değişiyor, dönüşüyor. Sonunda daha mı güzel olacak bilmiyorum ama bence eski ve yeni gömlekten oluşan bir gömleğe ihtiyacı var Gürcistan’ın. Bunun için de çok usta terzilerin tezgah başına geçmesi gerekiyor. Dünyanın tüm kentleri gibi…
Mehmet Ateş
11 Ağustos 2015, Reşadiye, Medün Köyü, Tokat   
  








































1 yorum:

  1. Savashi LLC Gürcistan’da danışmanlık hizmetleri ,şirket kurma,oturum vatandaşlık işlemleri, çalışma izni , risk yönetimi , uyum ve bilgi alanlarındaki uygulamalarla müşterilerimizin ,iş plani ve ihtiyaçlarına uygun ideal çözüm önerileri sunmaktadır.www.savashiltd.com

    YanıtlaSil