28 Haziran 2011 Salı

2. Uluslararası Servas Bizimle Yaşayın Bizimle Paylaşın Programı

Deneyim Paylaşımı

                        Dünyanın birçok ülkesindeki Servas* üyelerine “bizimle yani bizim köyün çocuklarıyla, ailelerin yanında yaşamak ister misiniz?” diye sorduk. Ve ekledik. “Aileler size bakacak. Siz de günde birkaç saat bildiğiniz konularda çocuklara eğitim vereceksiniz.” Heyecan dolu cevaplar hiç gecikmeden geldi. Geçen seneden farklı olarak bu sene beklediğimizin üstünde talep aldık. Yurt içinden ve dışından bu eğitim programına katılmak isteyen Servaslılıar İngilizce, dans, resim, müzik ve satranç konularda gönüllü çalışmak istediler. Ve 8 gün sürecek etkinlikler böylece başlamış oldu. Nasıl yaptık, neler yaşadık, kazanımlar neler oldu?

                                     Temmuz başında köye gittiğimde bizim köydeki çocuklar beni görünce hemen gülümsemeye başladılar. Sanırım onlara etkinlikleri hatırlatıyorum. V ehep bir ağızdan; “Mehmet abi Mehmet abi, servaslılar gelecek mi? Ne zaman başlıyoz?” Neye başlayacağımızı iki taraf da biliyor. Cumartesi günü dedim. 2. Uluslar arası Servas Bizimle Yaşayın Bizimle Paylaşın Programı güneşli bir sabah 07-13 yaş arasındaki çocukların beklentilerini, heyecanlarını, meraklarını gösteren gülücükler ve gürültülerle başladı. Köyün en sonunda zeytin bahçeleri (Kerm) başlamadan önce onlarca farklı meyvesi olan ve herhalde dünyanın en verici ailesinin sahibi olduğu bahçede asma ağacının altında toplandık. Burası Bet El Feneriy ailesine aitti. Ailede herkes bir bayram kutlamasını yapar gibi çalıştı ve bize, çocuklara tüm imkânlarını hiç karşılık beklemeden ve onlara yük olduğumuzu hissettirmeden sundular. Etkinlikler sonunda 8 bardak ve 3 tabak kırılmış, üzümler aşırılmış, çileklerin en pembeleri yenmiş ve bahçenin en diplerinde bile minik ayakların izleri kalmıştı. Evin gelini, Nevida, her seferinde yüzünde ve gözlerinde sürekli asılı duran gülümsemesiyle, “Mehmet, fatura yükseliyor bak. Paraları hazırla” diyerek bana sürekli takıldı. Kısacası bu bahçe ve evin avlusu 9 gün boyunca 50 çocuğu ve en az 30 veliyi ağırlayan bir eğitim üssü görevini yaptı. Eğitimler, İngilizce, çocuk oyunları&dans, resim, satranç, müzik branşlarında yapıldı. Çevre temizlik kampanyası kısa ama öğreticiydi. Çocuklar, duvarı boyayarak yaptığımız beyaz perdede kilimlerin üstünde uzanarak İspanyol çizgi filmini, Arapça komediyi ve Keman yapım ustası Stanislavski’nin hayatını anlatan filmleri bazen gürültülü bir coşkuyla bazen de uyuklayarak izlediler. Ayrıca her günün sonunda çekilen etkinlik fotoğrafları duvara yansıtılarak çocukların neler yaptıkları konusunda farkındalık yaratılmaya çalışıldı. Farklı ülkelerden gelen gönüllülerin fotoğraf slight gösterileriyle ülkelerini tanıtmaları çocukların Dünyanın bütün köşelerini merak etmelerine ve bu ülkeler hakkında sorular sormalarını sağlandı. Her gecenin sonunda çocukları bitkin ve huzurlu bir uykuyla bize müteşekkir aileleri tarafından eve götürüldüklerini görmek biz gönüllüler için en büyük ödüldü.

                       Peki bu gönüllüler kimdi? Oyun ve dans konusunda üstün yetenekli Rusya’dan Üniversite tarih öğrencisi Kristina, İngilizce derslerinde kıpır kıpır öğretmen adayı Pakistan-Türk melezi Nasreen, Avustralya’nın Tazmanya eyaletinden Amanda, resimde ve çocuklarla çalışmada çok yaratıcı ve tecrübeli İstanbul’dan Aysel, keman yapımında ve çocuklarla iletişimde harikalar yaratan İzmir’den Atilla ve tabi ki her konuda imdada yetişen Akan etkinlikler boyunca çok emek verdiler, dayanışma içinde oldular ve tabiî ki çok eğlenip çok eğlendirdiler.  

                       Bir gün Kristina dedi ki “Mehmet, bu çocuklar ne kadar uyumlu, öğrenmeye istekli, disiplinli ve sorunsuzlar. Çok şaşırıyorum.” Kristinanın söylediklerini bu konuda aynı fikirde olmayan çocukların velilerine söyledim. Tabii çok şaşırdılar, içten içe gururlandılar ama yine de başka çocuklardan bahsediyorum sandılar. Ama şunu gördük ki çocuklara bir şeyler sunulduğunda ve kalıplar dışında programlar yapıldığında sonuç mucizevi oluyor. Çünkü artık çocuklar sırf biz büyükler ya da okul istiyor diye sorgulamadan ve sevmeden bir şeyler yapmak yada bir şeyi öğrenmek istemiyorlar. Aksine onların hayal dünyasına ve isteğine uyacak dahası heyecan verecek etkinliklerle çalışmak istiyorlar. Sanırım yaşadığımız bu küçük tecrübe “nasıl bir eğitim istiyoruz?” sorusuna azıcık da olsa cevap verecek nitelikte.

                          Çalışmalardan birisini köyün dışında zeytinlerin altında ve eski su değirmeninin hemen yamacında yaptık. Çocuklar Barışı anlatan resimler çizdi çocuklar. Bazı çocuklar zeytini çizdiler sonra güvercini ve barış işaretini. Bazıları el ele tutuşan dünya çocuklarını. Ama bir çocuk vardı ki-üstelik en haylazı olarak biliyor- onun çizdikleri sersemleticiydi. Bu çocuk dağ ve asker çiziyordu. Yanına oturdum ve seyretmeye başladım. Birazdan terörist dediği bir genci daha çizdi ve çok acemice çubuklar şeklide eller yaparak askerle el ele tutuşturdu ve utanarak gülümsedi. “Komik oldu değil mi” dedi? “Hayır”, dedim, “en anlamlı resmi sen çizdin” dedim ve diğer bütün çocuklara gösterdim. Çok etkileyici ve öğretici olabiliyor bu çocuklar.

                           O kadar dille içli dışlı oldular ki çocuklar. İki ana dilleri Arapça ve Türkçe’nin yanı sıra Amanda ile İngilizce Nasreen ile Urduca, Kristina ile Rusça melodiler her daim çınladı çocukların kulağında. Bizim çocuklar gönüllülere güzel Arapça kelimler tabiî ki bazen de küfürle öğrettiler. Arapça, Türkçe şarkılar söylediler, gönüllüler taklit etmeye ve onlarla beraber söylemeye çalıştılar. Çocukların bu kadar dille ve çok kültürle daha şimdiden tanışmaları, bunların farkına varmaları bu etkinliklerin en büyük getirisi saırım. Çocukların gelecekteki hallerini şimdiden çok merak ediyorum.

                             76 yaşındaki annem “oğlum bu kız ta Rusya’dan neden geldi” diye sordu bir sabah. Çocuklara oyun oynatmak ve bizden öğrenmek, kültürümüzü yaşamak için geldi. Hem de kendi masraflarını kendi karşılıyor dedim. Biz sadece yatacak yer ve yiyecek vereceğiz dedim. Gitti kıza sarıldı. O günden sonra annem gün içinde birkaç kez Kristinanın yüzüne şefkatle bakıyor ve ona sarılıyordu. Herhalde burada anasız babasız kendini yalnız hissediyor olduğunu düşünüyordu. 11 çocuk doğuran annemin bu kadar anaç olması doğal herhalde. Ya köylülerimiz? Köylüler bu etkinlikler ve yabancıların köye gelmesi sebebiyle geçen sene de şaşkındı bu sene de. Avustralya’dan Kanada’dan Amerikandan Rusya’dan ve Türkiye’nin birçok yerinden insanların bu iş için bize gelmeleri, canla başla bizim çocuklara karşılıksız bir şeyler vermeleri onlara başta inanılacak gibi gelmiyordu. Etkileşim ve paylaşımla gönüllülerin iyi niyetleri, paylaşım istekleri, heyecanları ve kültürlere olan saygı ve merakları yerel halkta hemen karşılık buldu. Aileler evelerine davet etmeye, bir şeyler ikram etme yarışına girmeye başladılar. Ve ben seyyar tercüman olarak evlerde ve sokaklarda insanlara zevkle tercümeler yapmaya başladım. Eğlenceliydi.

                            Bu etkinlikler süresince o kadar hoş ve unutulmaz anlar yaşadık ki hepsini yazmak mümkün değil tabiî ki. Ama birkaç tanesini anlatayım. Etkinlikleri düzenlediğimiz yerin Annesi Huriye’nin ana dili Arapça ve çok az Türkçe biliyor. İnsanı hayretler içinde bırakan bir çalışkanlığı var. Tarla bahçe işleri yapıyor, en az üç kişinin yaptığı işi yapıyor, günde en az 15 saat kadar çalışıyor. Sabah gün ağarmadan tarlaya gidiyor günün ortasına doğru eski bir minibüsle pazara sebze-meyve götürüyor. Bir gün bizi de pazara götürmek istedi. Ben, Kristina ve Amanda. Tamam dedik.  Çuvallar ve kovalarla sebzeleri yükledik ve pazara götürdük. Minibüsten inince Kristina bir çuval sırtladı, Amanda ise çok ağır dediği yeşil damarlı leziz domatesleri taşıdı. Ne hoş bir manzaraydı öyle. Neyse çok geçmeden tezgâhımızı açtık ve her birimiz bir sebzenin satışından sorumlu olduk. Bayanların üçü, Huriye, Kristina ve Amanda Türkçe bilmeden satış yapmaya çalışmaları pazarda büyük bir eğlenceye ve tatlı bir kaosa sebep oldu. Bir yandan da bizim gönüllüler fotoğraf çekiyor ve vücut dilinin sınırlarını zorluyarak pazardaki insanlarla iletişim kurmaya çalışıyorlardı. Amcalardan bir tanesi “Ya ben Rus kızlarını böyle bilmiyordum” diğeri ise “yok ya ta Avustralya’dan buralara bizim için gelmiş olmazlar” deyip benim açıklamalarıma tebessümle inanmadığını belli etti. Pazarda buzlu limon yedik ve Kristina’nın hayalindeki çaydanlığı ülkesine götürmek üzere satın alıp mavi Ford minibüsümüzle köye geri döndük.

                             Bir sabah 06.30’da kahkahalarla uyandım. Bir gözü açabildim zorla. Bir baktım bizim Krisitna Toprakev-Beytuturab avlusunda bizim hanımlara spor ekzersizleri yaptırıyor. Tabi bizimkiler yapamayınca basıyorlar kahkahayı. Bir yandan da aşağı köye kadar spor amacıyla yürüyüp gelen ve konuşmayı çok sevdiğinden yol üstünde en azından 6-7 kişi ile muhabbet edip gelen annem nam-ı diğer ‘uykucuların düşmanı’  hanımlara alaylı bir gülümsemeyle bakıp, “marifet güneş doğmadan kalkıp uzun yürümek ve sıcaklar bastırmadan geri gelmek. Öyle yerinde saymakla olmaz bu işler”. Ve ekliyor, “siz bu şekilde hayatta zayıflayamazsınız.” Tabi Kristina hanımlardan tercüme isteyemiyor. Çünkü İngilizce bilmiyorlar. O’na vücut dilleriyle anlatmaya çalışırken asıl o zaman spor yaptıklarını söyledim ve ikinci gözü açıp beraber gülmeye başladık. Annem bu sırada başka bir bomba daha patlatıyor. “Oğlum bu kız gerçekten ne Arapça ne de Türkçe biliyor mu? Ne kadar yazık! Neden öğrenmemiş?” diye hayıflanıyor. Annem çok komik yaaa…

                                 Bizimle Yaşayın Bizimle Paylaşın Programı çocukların çok kültürlü dünyanın farkına erken yaşta varmalarını sağlamak, her türlü önyargıdan ve farklılıklardan korkmalarını engellemek hedefine kısmen de olsa ulaşıldı. Bu programa katılan herhangi bir çocuğa Rus, Amerikalı, Suriyeli, Koreli, Afrikalı, İsrailli, Pakistanlı dediğinde onda herhangi negatif bir duygu yaratmayacak aksine bu kültürlerden gelen kişileri merak edip onlar hakkında bilgiler almaya çalışacaklar.  Bu güzelliklerin oluşmasında elbette ki Servas ruhunun çok büyük payı var.  Çocuklardan bir tanesini arkadaşına şuna söylerken yakaladım, “Servas dünyaya barış getirecekmiş.” Hayalci işte. Hayalcilerle beraber çalışmak o kadar güzel ki. Ve kolay. Neden daha çok yerde ve daha sık yapmayalım? Gelecek sene yine aynı tarihlerde buluşmak dileğiyle.

                                Düşünüyorum da bir şeyler üreterek ve kamu yararı gözeterek yapılan çalışmalar insanlara neden cazip gelmez? Çocuklara kamıştan su tabancası yapmasını öğretip onlarla su savaşı yapıp ıslanmak sonra da Antakya’nın mozaiklerini anlatırken barışı anlatmak olağanüstü bir duygu. Birkaç dinin kutsal mekanlarını gezip farklılıklar içinde zaten içinde yaşamakta oldukları barışı ve hoşgörüyü fark etmelerini sağlamak çok değerli bir deneğim değil mi? Büyük laflara, ülkeyi ve dünyayı kurtarmaya hiç gerek yok sanırım. Başaramıyoruz da zaten. Ve barışı, eylemi, duyarlılığı, imza kampanyalarını, vb. Internet dünyasında değil de böyle sokakta ve insanlarla çalışarak, paylaşarak, insan sıcaklığını hissederek gerçekleştiremez miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder