14 Haziran 2015 Pazar

Okyanus Ortasında Bir Çılgın Ada; Madeira/Portekiz



AB Birliği Erasmus+ Okul projemiz kapsamında okul öğretmenleri ile Portekiz'in Madeira adasına yaptığımız ulus ötesi seyahate dair yazdığım makaledir. 
"Geleneksel Oyun ve Oyuncaklarla Barış"

Okyanus kıyısında kazıklar üzerine kurulu minik bir havaalanına iniş yapmak sizi korkutur mu? Ya vakitlerden gece ve hava çok yağışlı ise? Okyanus üstünde sarsıla sarsıla ve koltuklara tutuna tutuna iniyoruz Madeira adasına. Başka bir dünyaya, havaya, iklime, bitkilere, seslere ve yüzlere geldik.
Lizbon’dan bir bucuk saat mesafede olan ve Afrika kıyılarına yakın tropikal adaya ayak bastığımızda sarp doğası ve hayalet gibi görünen dağları bizi şaşırtıyor. Tabi adadaki ilk şaşkınlığımız olmayacaktı bu. Volkanik dağlardan oluşan koyu yeşil adanın üzeri muz ağaçları ile örtülmüş durumdadır. En çıkılmayacak, engebeli, uçurumlu toprak parçaları duvarlarla
desteklenmiş ve tarlaya çevrilmiş oradan yaşam hasat ediliyor. Bu adayı biraz gezip, en olmadık yerlerde yaratılan mimari güzelliklere yani evlere, kiliselere, köprülere ve sağlam duvarlara bakınca bu adayı üç şeyin sıradışı bir güzelliğe kavuşturduğunu fark ediyorum. Adalıların mimarideki hüneri, doğa ile uyumlu düzenlemeler yapmaları ve güzelliği elde etmek için verdikleri büyük emekler. Sanki bütün ada ve topraklar elden elekten geçirilmiş gibi. Çok benzer yeryüzü şekillerine sahip Karadeniz’de yapamadığımızı Portekizliler Madeira’da başarmış. Doğa ile kavga etmeden onu terbiye etmişler. İncitmemişler, ağzını burnunu kanatmamışlar ve sanki doğanın eksikliklerini tamamlamışlar gibi. Bu yüzden ada yerlilerini kabul edip koynuna almış. Hayat vermiş. Adalı olup da karada bu kadar başarılı olmak şaşırtıyor elbette. Kim demiş Portekizliler sadece denizden ve balıktan anlar diye?
Adalıların yarattığı başka mucizeler de var.
Mesala, kuzeyin bol ve leziz suyunu suyunu Güneye taşımak için cetin dağları delip boru hattı döşemişler. Hem de bu proje 250 yıl önce başarılmış. Kuzeyin suyu göreceli olarak daha az olan güneye ulaştırılmış. Çılgınlığın sınırı yok. Bir de bu boru hattı boyunca yürüyüş yolu yapılmış. Bugün doğa severler bu rotayı takip ederek adayı boydan boya geçmektedir. Madeira’nın havası kendine ve insanoğlunu rahatlatacak bir özelliğe sahip olunca doğa yürüyüşleri daha bir keyifli olmaktadır. Adada tropikal bir iklim var. Hava sürekli devinim halinde ve değişken. Bulutlu, yağışlı, güneşli, sıcak ve ıslak. Günün her saati farklı bir hava ile karşılaşmak kimisi için sıkıcı olsa da benim için bir mucize. Farklı havalar demek farklı duygular, manzaralar ve bitki çeşitliliği anlamına gelmektedir.
Peki Adalılar kimdir? Nereden gelmişler? Portekizli denizci Joao Gonçalves Zarco ve arkadaşları okyanusta fırtına tarafından sürüklenirken tesadüfen bu adaya düşmüşler. Yıl 1419. Madeira’yı
keşfettikten sonra buraya Kuzey Afrika kıyılarından Cezayirliler getirilmiş ve portekizlilerle beraber yaşayarak zamanla asimile olmuşlar. Adanın eğitim işlerinden sorumlu Carlos ilginç bir detay anlatıyor bu konu ile ilgili. “Portekizliler, tarih boyunca dünyanın bir çok yerinde sömürge devletlere sahip oldular. Ancak onları silah zoru ile asimile edecek  orduları yani güçleri yoktu. Bu yüzden asimile etmek için yerlilerle evlenme yöntemini benimsediler. Mozambik kökenli bilgi bankası Carlos anlatmaya ben de ağzım açık dinlemeye devam ediyorum. “Portekizliler burayı ilk keşfettiklerinde adanın tümü ormanlarla kaplıydı. O yüzden adaya kereste anlamına gelen Madeira adını vermişler. Ancak, ilk gelen insanlar ormanlar içinde canavarların yaşadığına inanıyor ve korkudan adanın içlerine giremiyorlardı. Bu sebeple bir çılgınlık yaparak adanın tümünü ataşe verirler. Yangın 7 yıl sürer ve ada ağaçlardan ve canavarlardan kurtarılır. Kahkahlarla gülüyoruz. İnsanoğlunun korkularının zamanla ne kadar azaldığı ve bilgi ile gelen evrimin mucizesine tekrar şaşırıyorum. Bu bir çılgınlık demeye kalmadan hikayenin devamı geliyor. Ormanın yerini çoğu yerde
muz tarlaları ve üzüm bağları alır. Ancak, tohumlar her zamanki gibi ateşten güçlü çıkar ve ada tekrar doğal ağaçlarına kavuşur. Okaliptus ve envai çeşit tropikal ağaç şu anda milli parkın içinde koruma altında. Karekterinde sürekli yıkmak ve yapmak olan insanoğlu şaşırtmıyor.   
Madeira, birkaç şehirden ve yüzlerce dağınık yerleşimli köyden oluşuyor. 1974 devriminden beri de özerk bir yönetime sahiptir. Parlementosu, bayrağı ve sistemi bulunuyor. Yani kendi kendini yönetiyor diyebiliriz. Adanın yaşam kalitesine, sokaklarına ve eğitim durumuna baktığımda özerklik Türkiye’de anlaşıldığı gibi korkunç bir şey değilmiş. Ha bu arada adada kaldığım bir hafta boyunca ne polise ne de askere rastladım. Ada muz, şarap ve turizm ile geçiniyor. Yüksek tepelere kurulu ve hepsi okyanus

gören lüks oteller genelde batı Avrupa ve İskandinav ülkelerden gelen turistleri ağırlıyor. Bu cenette her yıl yaklaşık bir milyon turist geliyor yani yerli nüfusunun dört katı kadar. Adada turizmin çevreyi ve insanlığı esir almadığı bir anlayışı görmek umut veriyor. Böyle de olabiliyor dedirten bir saygı, ciddiyet ve özenle çalışan insanları görüyorsunuz. Üstelik Batı Avrupa’nın aksine Euro ülkesi Portekiz ve özellikle ada oldukça ucuz. Çok yıldızlı otelde konaklama 33-40 Euro, kahve 60 cent, pubda içilen bira 1.5-2.00 Euro, şarap ve balık ise deyim yerinde ise sudan ucuz.
Konukseverliğin sadece Anadolu’ya ya da Doğuya ait bir özellik olmadığı Madeira’da tekrar
kanıtlanıyor. Konuk olduğumuz belediye başkanı, okul öğretmenleri, öğrenciler ve veliler bizi utandıracak kadar içtenlikle ağırladılar. Konukseverliğin ölçütü olan yemek yedirme ve sürekli ikramlar burada da çok yaygın bir davranış şekli. Bu arada Portekiz’deki krize rağmen insanların
hayat standartlarında ya da davranışlarında bir düşüş olmadığını gözlemliyoruz. Hatta kardeş okulumuzda 160 öğrenciye 21 öğretmen ve 11 yardımcı eleman tahsis edildiğini görünce ve bizim ülkemizle karşılaştırınca içimden keşke bizim ülkemizde de böyle bir kriz yaşanır, düşüncesi geçmedi değil. Zira benim zengin ülkem 760 öğrencinin olduğu okuluma sadece 1 hizmetli vermeyi yeterli buluyor. Ancak iki ülke arasındaki anlayış farkını da görmüyor değilim. Bizim ülkemizin aksine geniş olmayan yollar yapmayıp geniş, otoparklı, spor salonlu ve halı sahalı okullar inşa etmişler. Üstelik düz arazisi yok denecek kadar az olmasına rağmen.
Neyse canımızı böyle şeylerle sıkmayalım şimdi. Biraz yemeklerden bahsedersek keyfimizi yerine getirelim. Bir adanın ana yemeği balık olur. Bu şaşırtıcı bir durum değil ancak ada okyanus ortasındaysa balıkların çeşidi fazla ve tadı da enfes olur.
Konuk olduğumuz insanların hemen hemen hepsi farklı soslarla yapılmış değişik balıkların olduğu sofralar dizdiler. Sosların baskın tadı tanıdık bir mucize olan sarımsak. Köpek balığını bol sarımsak, tereyağı ya da zetinyağı baharat ve Madeira şarabı eşliğinde yemek gözlerin keyiften kapanmasına sebep oluyor. Tereyağı soslu uçları tırtıklı minik midyeler ise tam bir lezzet harikası. Patatesli, etli yemekler, pirinç pilavı ve tanıdık tanımadık bir çok yemek çeşidi adanın zengin bir mutfağı olduğunu gösteriyor. Kimi restoranlarda masalara monte edilmiş direklerin ucundan önünüze sarkıtılan kuş başı şişlerden alıp alıp yemek de pek keyifli oluyor. Muz ise her yerde, her öğünde ve pek tatlı. Bu arada adada muz tarlalarını her gördüğümde aklıma Ece Temelkuran’ın Beyrutta yazdığı kitap gelir. Muz Sesleri. Kitaptan öğreniyorum; muzlar hızlı büyür ve gece büyürken çıt çıt sesleri çıkarırlarmış. Bir muz tarlasında çadır kurma isteği uyandı içimde. Dinlemek için.
261 bin nüfuslu Adada bir gezintiye çıkalım mı? Korkmaya, şaşırmaya ve hayranlık duymaya hazır
mısınız? Daracık yollardan sürekli tırmanarak, okyanusu sürekli görüp kaybederek, o sırada çığlıklar atarak, zorlu tepelerde açılmış tarlalara ve kiremitli masal evlere bakarak ilerliyoruz. Ara sıra verilen molalarda bin metreden yüksek yamaçlardan vadi içinde kurulu şirin köyleri izlemek ve oradaki hayatı hayal etmek tüyleri diken diken ediyor. Özellikle, camdan yapılan balkondan bit kadar görünen okyanus kıyısındaki muz ağaçlarına bakınca yürekten koca bir parça düşüyor gibi hissediyorsunuz. Artık eminim. Bu ada çılgın uçurumlar adasıdır. Ve insanoğluna uçurumlar iyi geliyor. Sanırım renkli yaşamak için düz yerlerden kaçmalı. Uçurumlar, adrenalin, su, şarap ve dingin yüzler. Başka bir şeye ihtiyaç var mı? Dağlar arasındaki avuç içi çukura inince köye (Curral das Freires) geliyor ve güzelim mezarlığın ve kilisenin kıyısında eşarplı teyzeler ve amcalarla uçurtmalar ve yerel oyuncaklar yapıyoruz. Deli dağlara karşı uçurtmalar uçuruyoruz. Ülkeler, insanlar ve canlılar arasında dostluk için. Güler yüz dil bilmeyi gereksiz kılıyor. Sanırım en güzeli de böyle bir anlaşma şeklidir. İhtiyarların toplanıp iskambil oynadıkları, el işi yaptıkları, muhabbet edip ölümü unuttukları köy odasında az önce dışarıdaki kazanda pişen yemekleri yiyiyoruz. O anda dünyamdan, geldiğim yerden ve hayat şeklimden çok farklı bir deneyim yaşadığımı hissediyorum. Bunu da seyahate borçluydum. İyi ki köy köy dolaşıp fal bakan bir nenenin torunuymuşum. Seyyah doğamı ona borçluyum sanırım. Mutluluk için çok seyahat lazım.

Bir kente gittiğinizde pazarına gitmeseniz çok şey kaçırmışsınız demektir. Madeira’nın Funchal kentinin yan yana kurulu çiçek, meyve-sebze pazarı ile balık pazarında bir gün kalabilir insan. Genelde sadece çekirdekleri yenilen tropikal meyveler, papağan renkleri kadar canlı çiçekler ve eskiden denizci masallarda okuduğumuzda çok korktuğumuz garip balıkları seyre dalmak adayı daha güzel tanımanıza sebep oluyor. Satıcıların meyveleri tattırması, size satmaya çalışmaları ve pazarlık yapabilmeniz bize çok tanıdık geliyor. Pazar pazardır işte. Bu yaklaşımlar çoğu yerde aynı değil midir? Pazara ve kalabalığa yeter diyorsanız oradan bir kaç adımda çıkıyor ve geniş, mozaikli, bol tarihli ve sarı çiçekli ağaçlarla kaplı caddelerle buluşuyorsunuz. Espresso zamanınız gelmiştir. Etrafta hayal gücünüzü tahrik edecek bir çok heykelin hayatla bir bütün oluşturduğunu fark edeceksiniz. Sanırsınız ki adada heykel olmasaydı hayat olmayacaktı. Kahve size derman vermiştir. Yine tam merkezde 2000 oyuncağın sergilendiği Madeira’lı bir adamın müzesini ziyaret edebilirsiniz. Bu ziyaret, çocukluğunuzdan şimdiye kadar geçen zaman dilimini anlatacak sizlere. Oyuncaklarla. Ve sessizlik içinde ihtişamını koruyan Funchal Katedraline girip manevi dünyaya dalabilirsiniz.  
Sahile gidelim mi? Okyanus kıyısında biraz yürüyüş. Hatta tuzlu suyunda biraz yüzme molası. Bu sırada Madeira’lı ve dünyanın gururu futbolcu Ronaldo’nun heykeli ile karşılaşırsınız. Onun yakınında limanı görecek ve hemen üstünde okyanusa nazır bir bayraklı tepeyi fark edeceksiniz. Tepeye çıkınca sahibi buranın bir cumhuriyet olduğunu anlatacak size. Sistemle
kavga ederek bağımsızlığını ilan eden bir resim öğretmeni yaşıyor burada. Güneş enerjisi ile elektrik üreterek, balık tutarak ve kendi işlerini kendi yaprak kimseye ve özellikle devlete muhtaç olmaktan kurtulmuş. Dalgalanan bayrağının altında devletin nüfus bilgisi yazıyor. 0001. Gülümsüyorum sevinçle. Ütopylalarını gerçekleştirenlere saygım sonsuz. Ve adada her şey çılgın. Bu devletten sahilden dağlara kadar giden
bir teleferik turu hoş olmaz mı? Adrenalin zamanı gelmiştir nasılsa. Teleferik vagonundan okyanus,
şanslıysanız gezi amaçlı kullanılan Cristof Colomb’un replika gemisi, tepelerde kiremitli evler, çok çiçekler, otlayan keçiler, tarihi caddeler, ve yavaş akan bir minik dünya göreceksiniz.

Hikaye burada bitiyor. Henüz okunacak çok sayfalar varken. Beklenmedik zamanda. Doymadan gözler. Dilimde kahvenin ve şarabın tadı gitmeden. Ayrılırken fikrim değişiyor. Madeira deniz ortasında yalnız bir ada değil. Belki de biz ana karada yalnızız.

12 Haziran 2015
M.Ateş, izmir


























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder